Birkaç gün önceydi... Öğleden sonra tarihi bir caminin geniş avlusundaydım. Hava çok sıcaktı ve ben çok yorgundum. Serin bir yer ararken şadırvana oturdum. Abdest için hazırlık yaparken çınar ağaçlarının dalları arasından süzülen ışıkla güzelleşen kalabalık bahçeyi izliyordum.
Bağdat Bey ile o esnada tanıştım. Uzun sakallıydı. Kıyafetleri ve hareketleri yorgun olmasına rağmen gözlerindeki ifade gayet diri, ses tonu yakın zamanda duymadığım kadar yumuşak ve içtendi. Güzel ve akıcı konuşuyordu. İfadeleri cana yakın ve kendinden emindi.
Bağdat Bey ve arkadaşlarının her biri farklı yerlerden gelmişlerdi. Onlarla karşılaştığım yer ilk durakları değildi ve son da olmayacaktı. Onlar gezginlerdi… Ama gezilerinin amacı modern dönemlerde alışılageldiği üzere yeni yerler görmek, yeni lezzetler tatmak, gönül eğlendirmek ve çektikleri selfileri sosyal medyada paylaşmak değildi. Onlar, insan hayatının en temel ve en gerçek meseleleri hakkında insanlarla iletişim kurmak için yollara çıkmışlardı. İnsanlara Allah’ı anlatıyorlar, ölümü ve ahireti hatırlatıyorlardı… Siyaset, gündem, hayat pahalılığı, tarikatlar, din büyükleri gibi münakaşaya açık konular...