Dünyevi anlamıyla kullanıldığında belki de tarihin en tartışmalı, en korkunç kelimelerinin başında gelir, itaat.
Tarihte çok az kelime bu derece kanlı bir geçmişe sahiptir.
Nerede politikacılar tarafından “itaatin” kutsal bir gereklilik olduğu yüksek sesle dillendirilmişse, orada bu sesi çarmıhlar, giyotinler, kuyular ve darağaçları izlemiştir.
Protestan lider Calvin’in Cenevre’deki dikta yönetiminde de, aynı döneme rastlayan Anadolu’daki Celali İsyanlarında da meselenin özü, itaat veya itaatsizliktir...
Mutlakiyetçi devletlerin, tüm tiranlıkların, zorbalıklarını motive eden çelikten bir parolaları vardır: İtaat…
Geçmişin sayısız hükümdarları, Tanrısal bir görevle vazifelendirilmiş kimseler olarak tanımlamışlardır kendilerini. Mesela, Roma İmparatoru Justinianus, kanlı imzasını “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olarak atmıştır. Japon imparatorları toplumu, bayraklarında simgelenen o kutsal güneşin “oğlu” olarak yönetmişlerdir. Emevi ve Abbasi dönemlerinden beri Müslümanların devlet yönetiminde şu tabire çok sık rastlanır: Zillullahı Fil Ardh/ Allah’ın yeryüzündeki gölgesi.”