Senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı, Ziya Öztan’ın yönettiği
Cumhuriyet filminde Yunus Nadi rolünü oynarken orijinal haliyle
film setine dönüştürülmüş olan Ankara’daki 1. TBMM binasında
geçirdiğim birkaç gün sırasında, yakın tarihimiz ve Cumhuriyet
konusunda hayatımın en büyük dersini aldım.
Eğer Milli Eğitim’in amacı Cumhuriyeti anlatıp benimsetmek olmuş
olsaydı bütün öğrencilerin o mekânı ziyaret etmesi sağlanırdı.
Ama şimdiki Milli Eğitim’in ne öyle bir amacı var ne de o eski
kırık dökük yapının, 23 Nisan 1920 günü neden yeryüzündeki bütün
mazlum uluslarının kâbesi olarak, tarihin kalbinin attığı yer
olduğunu anlatabilecek kadroları.
97 yıl önce bugün, tarihin kalbinin o eski alçakgönüllü, kırık
dökük tahta okul sıralı binasında atmasının nedeni, yalnızca bir
ulusal kurtuluş savaşı ile işgale hayır deyip emperyalizme karşı
direnen insanların, bu mücadelelerinin, benzeri diğer örneklerde
pek rastlanmayan bir şekilde askeri gücün, halkın oylarıyla
seçilmiş sivil iradenin emrinde olduğu bir savaş demokrasisi ile
yönetilmiş olması değildi.
***
97 yıl önce bugün tarihin kalbinin Ankara’nın ortasındaki o
köhne binada atmasının nedeni salt, bir işgalin bir toplumda nice
çabanın harekete geçiremediği uluslaşma sürecini ateşlemesi de
değildi kuşkusuz.
“Kuvvacı”ların, karşısında bağımsızlık, özgürlük ve var olma
mücadelesi verdikleri güçlerin parlamento binalarıyla
karşılaştırıldığında görülen aradaki büyük fark herhangi birinin
dudaklarını uçuklatacak kadar büyüktü.
Ama, tarihin kalbi o kadim, o görkemli binalarda değil, Ankara’da
atıyordu.
Hayır diyerek, teslim olmayı reddetmiş bir toplumun, yurdun dört
bir yanında çoban ateşleri gibi parlayan yerel kongrelerden,
bölgesele, bölgeselden ulusala tırmanan sürecin sonunda oluşmuş
olan Meclis’in Reisi’nin adı, dünyanın dört bir yanında
emperyalizmin boyunduruğu altında yaşayan ülkelerde bir umudun
ifadesi olarak yeni doğan çocuklara veriliyordu.
Çünkü o Meclis yalnız yeni oluşmakta olan bir ulusun değil, ama
aynı zamanda bütün mazlum ulusların umudu idi.
Ve o Reis gücünü, büyüklüğünü yalnız askeri zaferlerinden değil,
yetkilerini herkese karşı büyük titizlikle savunan Meclis’in
temsilcisi olmasından alıyordu.
O Meclis ile hemen hemen eşzamanlı olarak aynı yıl içinde Bakü’de,
Sultan Galiev mazlum uluslar tezini dillendiriyordu.
***
Marksist olmayan Mustafa Kemal de Sultan Galiev gibi mazlum uluslar kavramını çokça işlemiş, 1930’lu yıllarda Kadro dergisi çevresinde toplananlar da bu görüşü temel alarak, Kemalizm ideolojisini oluşturmaya çalışmışlardır. 20. yüzyılın ikinci yarısında boy gösteren bloksuzlar hareketi de mazlum uluslar görüşünden etkilenmiştir.