Salı günü, Tayyip Bey’in, Osmanlı’nın
Hindistan’daki mazlumların çağrısı üzerine donanma gönderme
sözlerine atıf yapar ve Ertuğrul Firkateyni’nin Japonya seferi
sırasında Asya Müslümanlarında yarattığı coşkudan söz
ederken Abdülhamit’in, dikkatli hilafet
politikasının sınırlarını iyi bilmek gerektiğini
belirtmiştim.
Osmanlı’da özellikle 18. yüzyıldan itibaren önem kazanmaya başlayan
hilafet makamı Abdülhamit’in iç ve dış politikasının temel
direklerinden biri olmuştur.
Sultan bu tutumuyla, Tanzimatçıların laik-reformist, aynı zamanda
da tahtın gücünü örseleyen politikalarına karşı, saltanatın
temellerini güçlendirmeye yönelik yeni bir siyasi yol tutmuş
oluyordu. Yenilgiyle biten savaşlar ve Müslüman mülteci akını ile
imparatorluğun Müslüman nüfus oranının 1875 ile 1880 arasında yüzde
66’dan yüzde 75’e çıkmış olması da bu politikanın dayanaklarından
birini oluşturmaktaydı.
Hilafet makamı Abdülhamit’in dış politikasında da önemli bir rol
oynamaktaydı.
Osmanlı Sultanı’nın, dünya Müslümanlarının ruhani lideri olarak,
Fransa, İngiltere, Hollanda gibi ülkelerin sömürgelerinin Müslüman
halkı üzerindeki etkisi emperyal güçleri fevkalade tedirgin
etmekteydi.
***
Abdülhamit açısından Osmanlı İmparatorluğu dışındaki Müslümanların koruyucusu konumuna yükselmek, imparatorluk içindeki Hırıstiyan nüfusu himaye eden büyük devletlere karşı aynı koza sahip olmak anlamını taşımaktaydı ve Hıristiyan âlemi ile eşitler arası diyalog kurmanın da bir yoluydu. Büyük güçlerin Bombay, Madras, Kalküta, Batava, Karaçi gibi önemli sömürge merkezlerinde Osmanlı konsoloslukları bulunmaktaydı.