ABD-Türkiye ilişkileri suyun arada kaynar, sonra birden buz gibi
aktığı “İskoç duşu”na benziyor. Özellikle kuzey Suriye’nin durumu
konusunda Ankara ve Washington’un sürekli olarak hem birbirlerini,
hem de kendi bir önceki sözlerini eskilerin deyimiyle “nakzeden”
açıklamaları arasında gerçeğin ne olduğunu anlamak da
güçleşiyor.
Ama iyi bir savunma oyuncusu gibi, gözünüzü toptan ayırmazsınız,
çalımı yemez ve her sunulanı yutmazsınız.
Durum, ana çizgileriyle şöyle özetlenebilir:
Bölgedeki sınırların değişmesinden yana olan ve Ortadoğu’da
İsrail’in yanı sıra daha az maliyetli bir yeni stratejik ortak
yaratmayı hedefleyen, bunun için ayrılıkçı, terorist örgütlerden
vazgeçmeyeceğini, bunlara dokunulmasına göz yummayacağını açıkça
ilan eden Trump yönetimi ile Türkiye arasındaki
temel çıkar çatışması iyice belli olmuştur.
Trump bir yandan sopa gösterirken, öte yandan da, Türkiye’nin daha
fazla tepkisini çekmemek için, geçmişte yaşadıklarımızın ışığında
ayrılıkçı terör güçlerini örtülü Amerikan koruması altına alacağı
belli olan “güvenli bölge” uygulaması önermektedir.
*** Bu durumda Ankara’nın karşısında
iki seçenek bulunmaktadır: Ya Astana süreci çerçevesinde, İran ve
Rusya ile de anlaşarak ve uyum içinde, Suriye’nin toprak
bütünlüğünün gerçekleşmesine yardımcı bir yol izleyerek, Kuzey
Irak’ta YPG-PYD temelli bir ABD girişiminin önünü kesecek, ya da
içerikten yoksun Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı türkülerini
okurken, bölgedeki Amerikan politikasının doğrultusunda kendi
bindiği dalı kesmeye yönelecek.
Bir gece ansızın gelebiliriz sözlerinin geçmişte kalmaya başladığı
şu sırada Ankara henüz tavrını netleştirmemiş olmakla birlikte, bu
konuda insanı düşündü...