Kemal Kılıçdaroğlu’nun 432 kilometrelik Adalet Yürüyüşü 9 Temmuz’da Maltepe’de milyonların katıldığı bir miting ile noktalandı.
Kılıçdaroğlu’nun mecbur kaldığı için gerçekleştirdiği yürüyüşe verilen kamuoyu desteğinin, partisinin aldığı oyun çok çok üstünde olması da eylemin kamuoyu tarafından, sokağın risklerinin farkında olan bir liderin yine de zorunlu kaldığı bir eylem olarak algılanıp olumlu değerlendirilmiş olduğunun kanıtı.
Çok kişinin Kemal Bey’in sonunu getiremeyeceğini sandığı, ama mükemmel bir performansla tamamlanan yürüyüş, demokratik toplumsal yaşamın asgari müştereğine odaklanmıştı.
Yürüyüşe, başka bazı değerli gazeteci arkadaşlarım gibi ben de hem bir vatandaş hem de gazeteci sıfatıyla katıldım.
***
Bu noktada, arada gündeme gelen, pazartesi günü de Hürriyet’teki köşesinde Ahmet Hakan’ın ortaya attığı bir soru önem kazanıyor:
- Gazeteci, yürüyüşü izlemekle mi yetinmeli? Gazeteci izlemek yerine yürüyüşe katılırsa, üzerinde adalet yazan tişört giyerse, gazeteci niteliğini yitirip “aktivist” mi olur?
On üçüncü gününde, Düzce’nin Kayaşlı ilçesinden katıldığım yürüyüşte üzerimde yine kendisi gibi Cumhuriyet çalışanı 11 arkadaşıyla demir parmaklıklar ardında adalet arayışı içindeki arkadaşım Kadri Gürsel’in resmi olan tişört vardı. Ayrıca, “adalet” yazılı bir pankart da taşıyordum.
Bu durumda, tarafsızlığını yitirdiğinden yakındığım yargı gibi ben de tarafsızlığını yitirmiş, soğukkanlılıktan uzak bir aktivist mi olmuştum?
Ahmet Hakan’ın yazısını okurken, içim burkularak şunu da sormadan edemedim: