Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim
Kalın, diplomatik incelikten, politik esneklikten yoksun
“ismiyle müsemma” kalın açıklamalar yapıyor.
İktidarın, tüm bölgeye yaklaşımına, hatta tüm
dünyaya bakışına damgasını vurmuş şaşkınlıkla malul Katar
politikasını savunurken şöyle bir söz sarf etmiş:
-Birileri bu süreçte Arap husumeti yaratmaya
çalışıyor.
Daha sonra hızını alamayarak, boyunu aşan
“analizler”e de yeltenmiş, Arapların
1. Dünya Savaşı’nda İngilizlerden yana olduğu,
Türkiye’yi sırtından hançerlediği iddiasının gerçeği yasıtmadığını,
İttihat ve Terakki’nin bu iddialara malzeme taşıyan yanlış
politikalar izlediğini söyledikten sonra, Araplarda bir zamanlar
“Tür
kiye Batı sisteminin içine girdi, İslamı
terk ederek gâvurlaştı” gibi önyargılar çıktığını, ama
“Cumhurbaşkanımızın liderliğinin en önemli sonuçlarından
birinin de bu efsanenin yıkılması olduğunu”
söylemiş.
Neresinden bakarsanız bakın tutarsızlıklarla
dolu olan bu sözler, yine de iktidarın yanlış, Ortadoğu ve Arap
politikasının hangi şaşkın zihniyetten kaynaklandığını göstermesi
açısından ilginçtir.
***
Arap ülkeleriyle ilişkilerimizde, Arap
husumeti yaratmaya kalkışmak ne kadar saçma ise, ayran budalası
gibi bir Arap hayranlığ peşinden koşarak, Kurtuluş Savaşı dönemi
İngiliz muhipleri benzeri bir acınası Arap muhipliğine saplanmak da
o denli biçareliktir.
Aklı başında hiç kimse, bizimkiyle eşzamanlı
olan Arapların uluslaşma sürecini, bunların İngilizler ile bir
olarak bizi sırtımızdan bıçakladıkları yollu yorumlarla açıklamaya
kalkmaz, çağın akımı olan bir sürecin normal sonucu olarak
karşılar.
Ama bu olayın, Osmanlı’nın son döneminde boy
gösteren İslamcı ve Arapçı akımların bir çare olmadığını
gösterdiğini de görmezden gelemez. İbrahim Kalın’ın iddia ettiği
gibi, 1. Dünya Savaşı sırasında Arapların İngilizler ile bir olup
Osmanlı’ya karşı cephe aldıkları gerçeğini yadsımak da, ancak
acınası bir Arap muhipliği ile mümkündür.
Osmanlı’nın Abdülhamit ile
başlayan, Arap yanlısı ve Panislamist politikası da, bugünkü
iktidarın Arap politikası gibi ideolojik saplantılardan değil,
zorunluluklardan doğmuş, ama gelişen olaylar karşısında geçerli
olmadığı anlaşılmış bir politikadır.
Abdülhamit uzun süren saltanatı sırasında,
Osmanlı’nın o güne kadar öncelik verdiği Rumeli’de barınamayacağını
anlamış, Arap nüfusun çoğunlukta olduğu topraklar ve Anadolu’yu
kapsayan bir Osmanlı İmparatorluğu’nun daha mümkün olduğunu
düşünmüş ve önceliği Arap ülkelerine kaydıran yeni bir politika
oluşturmaya çalışmıştır. Tıpkı, olayların itmesiyle yönelinen Alman
yanlısı politika gibi, pro Arap siyaseti de, İttihatçılar
Abdülhamit’ten tevarüs etmişler ve iktidarlarının ilk yıllarında,
imkânsızlığını kavrayana kadar sürdürmeye
çalışmışlardır.