Terör Türkiye’ye musallat olmuş, vuruyor da vuruyor.
İstanbul
Dolmabahçe’de maç sonrası, statta ve çevresinde görevli polisleri
şehit ediyor, oradan geçmekte olan sivil vatandaşlardan da ölenler
oluyor.
Bir hafta sonra Kayseri’de ortaya çıkıyor, TSK’nin en seçkin
birliklerinden birinin çarşı iznine çıkmakta olan mensuplarına
saldırıyor.
Aradan iki gün geçiyor. Ankara’nın göbeğinde bir sergi açılışında,
Rus Büyükelçisi, davetlilerin ve görevlilerin gözleri önünde
öldürülüyor.
Birbirini izleyen olaylar zihinlerde bir sürü soru işareti
yaratıyor:
-Dolmabahçe olayında hep birlikte, onları görünce kendini patlatan
canlı bombanın üstüne koşan polislerin davranışları doğru muydu?
Olay yerinde şehit düşen bu polisler, benzeri olaylarda nasıl
davranacakları konusunda eğitilmişler miydi?
-Çatışma alanında PKK’ye kök söktürdüğü için, menfur örgütün
hedefinde olan Kayseri’deki seçkin birliğin topluca çarşı iznine
çıktığı sırada gerekli ve yeterli koruma önlemleri alınmış
mıydı?
-Ankara’da polis olduğu anlaşılan suikastçı, Büyükelçi’yi vurduğu
silahı salona nasıl sokmuştu? O sırada orada görevli olmayan
kişinin cihazdan geçirilmesi gerekmez miydi?
- Olay sırasında Büyükelçi’nin korumasız olduğu anlaşılıyor.
Ankara’daki büyükelçilerin can güvenlikleri TC’nin sorumluluğunda
olduğuna göre, Rus Büyükelçisi herhangi bir talep olmamış olsa
dahi, koruma altında olmamalı mıydı?
-Nihayet, katilin canlı yakalanması arkasında kimlerin olduğunun
ortaya çıkarılması açısından yaşamsal önemdeyken, bunca polisin
bunu başaramaması ve katilin polis tarafından öldürülmesi şüphe
uyandıran bir husus değil midir?
***
Terör ülkenin dört bir yanında hiçbir engelle karşılaşmadan
elini kolunu sallayarak gezer, polis, sivil, asker, yabancı
büyükelçi önüne geleni vururken Türkiye 20 Temmuz’dan bu yana
olağanüstü hal rejimiyle yönetilmektedir.
Doksan günün sonunda, ikinci bir üç aylık dönem için uzatılan
OHAL’in ilk üç aylık bilançosu dehşet vericidir.
Bu süre içinde 40 bin kişi gözaltına alınmış, 32 bin kişi
tutuklanmış, 93 bin kamu görevlisi açığa alınmış, 59 bin 841 kişi
kamu görevinden ihraç edilmiş, 984 özel okul,15 üniversite, 1225
dernek, 104 vakıf, 35 hastane kapatılmıştır.
Asker, polis, öğretmen, eğitim uzmanı, profesör, yargıç, savcı,
gazeteci, işadamı, bankacı, sade yurttaş, öğrenci, herkes, ama
herkes “acaba başıma ne gelecek” korkusu içinde
yaşamaktadır.
16 Aralık 2016 itibarıyla 2500 gazeteci işsiz kalmış, 45 gazete,
115 dergi, 18 televizyon kanalı, 23 radyo, 3 haber ajansı
kapatılmış bulunmaktadır.
Aynı tarih itibarıyla, tutuklu ve hükümlü olarak cezaevinde bulunan
gazeteci sayısı 128’e ulaşmıştır. Türkiye hapiste bulunan gazeteci
sayısı bakımından artık Çin’i de geride bırakarak birinci sıraya
kurulmuştur.
Yeni çıkan bir KHK ile bir kuruluşa kayyım tayini ve el konulması
için artık yargı kararı da şart değildir.
***
İkinci üç aylık dönemine girmiş olan OHAL, demokrasinin, temel
hak ve özgürlüklerin, hatta mülkiyet hakkının üzerinden silindir
gibi geçmiş, basın özgürlüğünü ayaklar altına almıştır.
Vatandaş, mezhebi, meşrebi, mesleği ne olursa olsun
titremektedir.
OHAL, insan hakları, yargı bağımsızlığı ve güvencesi konularında
umursamaz tavrıyla, demokrasi ve insan hakları konusunda son
derecede ceberuttur.
Aynı OHAL, teröre ise vız gelmekte, terör ülkenin dört bir yanında,
her alanda cirit atmaktadır.