Rusya Devlet Başkanı Putin demokrasinin
kurallarını eğip büken, temel hak ve özgürlükleri tanımayan,
muhaliflerini, yalnız içeri tıkmakla kalmayıp zaman zaman da
“temizleten” bir diktatör, ama kabul etmek gerekir ki, diplomasi
alanında usta.
Rusya Putin’in bu ustalığı sayesinde, bir süredir Suriye iç
savaşında belirleyici öğe durumuna geçerek, tekrar büyük güç
görünümüne kavuşmuştur.
Bugün herkes kabul ediyor ki, Suriye’de Rusya’nın evetini almadan
herhangi bir çözüme ulaşmak mümkün değildir ve
Esad’ı devrilmekten kurtaran da yine
Putin’dir.
Putin, Erdoğan ile görüşmesi sırasında Türkiye’nin
Kuzey Suriye konusunda haklı bulduğunu vurguladığı endişelerini
giderecek formülü de fısıldayıvermiştir: 1998 Adana Mutabakatı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bu mutabakatın
terör ile mücadelede Türkiye’nin müdahale hakkını onayladığını
söyleyerek, öneriye destek olmuş, daha da önemlisi Cumhurbaşkanı
Erdoğan Kara Harp Okulu’ndaki konuşmasında şunları söylemiştir:
- Adana Mutabakatı’nın ısrarla üzerinde durulması gerekir.
Böylelikle, ilk bakışta tarafların olumlu yaklaşımları sonucunda
Kuzey Suriye sorununun aşılmasının önündeki engellerin kalktığı
gibi bir izlenim doğmuştur.
*** Ne yazık ki, durum tam olarak
öyle değildir, Mevlüt Çavuşoğlu’nun konuşmasıyla başlayan
açıklamalar gösteriyor ki 26 Nisan 2011’de “Teröre Karşı Ortak
İşbirliği Anlaşması” adıyla yürürlüğe giren metinden tarafların
anladıkları tamamen farklıdır.
Putin Adana Mutabakatı’nı, Şam- Ankara diyaloğunu başlatacak vesile
olarak görürken, Şam bu metni, terör örgütü olarak gördüğü
ÖSO’nu...