Türk Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) perşembe günü
Ankara’da gerçekleşen Yüksek İstişare Konseyi toplantısı doların
alıp başını gittiği, Merkez Bankası döviz rezervlerinin hızla
eridiği bir döneme rastladı.
Kanımca bundan böyle “kriz tehlikesi”nden söz etmek doğru
değil, çünkü kriz artık risk olmaktan çıkmış, içinde yaşanılan bir
olgu haline gelmiştir.
Bu koşullar içinde, hâlâ bazı umutlar beslemek, 50 katlı bir
binadan aşağı düşen birinin “henüz 27. kattayım, daha
gün doğmadan neler doğar” umuduna sarılması kadar
abestir.
Sürekli dış desteğe ihtiyaç duyan ekonomimizin dünyanın ve
Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda daha uzun süre ayakta
durması imkânsızdır.
Türkiye açısından ortamın, toplantıdaki konuşmasında sıcak mesajlar
veren Başbakan’ın iddia ettiği gibi, Trump’ın
göreve fiilen başlayacağı 20 Ocak’tan sonra değişmesini beklemeyi
haklı kılacak herhangi bir emare olduğu da söylenemez.
Doların her yerde yükseldiği, değer kaybına uğrayan tek paranın
Türk Lirası olmadığı da bir gerçek.
Ancak TL’nin en fazla kayba uğrayan para birimi olduğunu da
görmezden gelemeyiz.
***
Bu durumda, krizin bu boyutta olmasının sorumlusunun iktidar
olduğu açıktır. İktidarın sorumluluğu, sağlıklı bir ekonomik
işleyişin ihtiyaç duyduğu güven ve istikrar ortamını
sağlayamamaktan kaynaklanıyor.
Yargı bağımsızlığının bulunmadığı, mülkiyet hakkının tehlikede
olduğu rejimler kapitalist sistemin talep ettiği istikrar ve güveni
sağlayamazlar.
Yargının bütünüyle yürütmenin başına bağlı olduğu günümüz
Türkiyesi’nde kapitalist ekonominin ihtiyaç duyduğu güvenceler
zaten yoktu. 15 Temmuz’dan itibaren, keyfiliğin yasal kılıfı
olmaktan başka bir anlam taşımayan OHAL ile durum daha da
vahimleşmiştir.