Yirminci yüzyılın şafağında, insanlığın altın çağının eşiğine
dayandığını düşünenler vardı. Bilimsel ve teknolojik gelişme
sayesinde yaşam uzayacak, kalitesi artacak, cehalet, açlık,
yoksulluk yenilecekti. Bilimin olanakları, daha eşit, daha adil,
daha aydınlık bir dünyayı mümkün kılacaktı.
Bu rüya 15 yıl bile sürmedi. 1914- 18’de, insanlık tarihinin
gördüğü en kanlı, en vahşi, en geniş kapsamlı kapışma
yaşandı.
Birinci paylaşım savaşı bir şeyi çözmeden, yalnızca yeni savaşın
tohumlarını atacak olan, bir dizi savaşmama hali anlaşmalarıyla
yarıda kesildi. Yirmi yıllık bir aradan sonra, daha da gelişmiş
bilimsel olanaklar sayesinde daha da büyük yıkım gücüne sahip
silahlar kullanılarak yeniden başladı.
İkinci paylaşım savaşı, kutsal kitapların sözünü ettiği kıyameti
aratmayan biçimde sona erdiğinde, insanlık bir anda gezegenini
yaşanmaz hale sokacak ve kendi kendini toptan yok edebilme
çılgınlığının eşiğine gelmişti.
***
Yirminci yüzyıl ile dehşet dengesi döneminin sonu birlikte
gelirken dünyayı bir yıldırım hızıyla birbirine bağlayan iletişim
devriminin sağladığı yeni olanaklar, yeni umutları
pompaladı. Orhan Bursalı’nın deyimiyle
(bknz. “Barışçıl adaletli bir dünya yoksa savaş
var” - Cumhuriyet, 17.11.2015.) “o dönemin
sloganı küresel köy idi.”
Bizim lüpçü Mehmet Ağa’da, Lord John ile aynı köyde çubuğunu
tüttüreceği, küreselleşen teknolojinin nimetlerinden sonsuz ve eşit
biçimde yararlanacağı ham hayalini yaratan bu sloganın beslediği
umutlar da çabuk soldu.