Yeni Akit ve Yeni Şafak gazetelerinin önceki gün uğradıkları
silahlı saldırıyı şiddetle kınıyorum. Bu iki gazetenin kimi
yöntemlerini, örneğin, kişileri hedef göstermelerini hiçbir zaman
içime sindiremedim. Ama onların bu davranışları ile uğradıkları
saldırı arasında bir neden sonuç ilişkisi oluşturmam hiçbir zaman
ve uğradıkları saldırıyı basına yöneltilmiş bir girişim olarak her
zaman kınarım. Nitekim herkes de öyle yaptı. Çünkü yayınlarının
içeriğini beğenelim ya da beğenmeyelim, basına yapılan saldırının
hep karşısında durmak gerek, tıpkı 6 Eylül 2015 günü Hürriyet’e
yapılan ve başını AKP Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim
Boynukalın’ın çektiği saldırı gibi.
Bu olay karşısında iktidar olan AKP’den beklenen, saldırganlar
hakkında gerekli girişimleri yapması, başını çektiği saldırıyı,
“dokunulmazlığı kırıyoruz” diyerek savunan Abdurrahim Boynukalın’ı
cezalandırması, bulunduğu makamdan uzaklaştırması olmalıydı, değil
mi?
Ne gezer!
Olayın üzerinden daha üç ay bile geçmeden Boynukalın, Gençlik ve
Spor Bakanı Yadımcılığı’na atanıyordu.
Bunlar olurken, Ahmet Davutoğlu başbakan, Tayyip Erdoğan
cumhurbaşkanı idiler.
Her ikisi de Yeni Akit ve Yeni Şafak’a yapılan saldırıyı kınadılar.
Ama basın özgürlüğü konusunda söylediklerinin inandırıcı olması
için, Hürriyet’e yapılan saldırıda da ilkeli tavır almaları
gerekirdi.
***
Basın özgürlüğü konusunda inandırıcı olmak için Can Dündar ve
Erdem Gül’ün içeride bulunmalarına karşı çıkmak gerekir. Yoksa bir
yandan “onlar orada gazetecilikten değil, casusluktan yatıyorlar”
diyeceksiniz, bir yandan demeçlerinizle basın özgürlüğünü savunuyor
görüneceksiniz. Bu kabul edilebilir bir davranış değil, düpedüz
çifte standart uygulamasıdır ki insanı isyana sürükler.
Ne var ki demokrasilerde çifte standart uygulamasının yaptırımı
yoktur, ama sınırları denetlenmemiş, ölçüsü kaçan tepkinin vardır.
Yani yöneticiler istedikleri çifte standart uygulamasını, ikiyüzlü
davranışı sergileyebilirler, ama herhangi bir vatandaş bunlara
yalan veya ikiyüzlülük diyemez hakaretle suçlanıp hapse girme
riskini göze almadıkça.
Yani, Silivri’de yatanların hepsinin bağımsız yargının tutuklama ve
mahkûmiyet kararları sonucunda orada olduklarını iddia etmek
sebesttir de, bunu söyleyene yalancı demek, basın mensuplarının
tutuklanma veya mahkûmiyetleri konusunda yargıçlara baskı
yapanların ikiyüzlü olduklarını söylemek suçtur.
Tabii bu söylediklerim daha çok azgelişmiş demokrasiler için
geçerlidir.
Bununla birlikte, azgelişmiş “demokrasimiz(!)”de görünen kimi
arazın gelişmiş demokrasilerde de var olduğunu kabul etmemiz
gerek.