Çözüm süreci denen dönemin çatışmasızlık günlerinin değerini anlamak için, yeniden kan ve ateş ortamının göbeğine düşmek mi gerekirdi?
Şimdi çoğu çevreden şu yakınma yükseliyor:
- Ah ne güzeldi o çatışmasızlık günleri, ne olur tekrar o günlere dönebilsek!
Oysa, olaylara biraz yakından bakınca, o günlere dönüş bir yana, öyle sür git devam etmesinin de mümkün olmadığını görürüz.
Bu gözlem, Kürt sorununda kalıcı bir barışın mümkün olmadığı anlamını taşımıyor.
Ancak, birçoklarının göremediği bir gerçeği görmemiz gerekir:
Çözüm süreci, barış değil, olsa olsa, “çatışmasızlık hali” deyişinden de anlaşılabileceği gibi, bir savaşmama halidir. Savaşmama hallerinde ise kalıcı barışın öğeleri bulunmaz.
Onlar savaş ve barış kıyıları arasında köprü gibidirler. Sizi iki kıyıdan birine bağlarlar. Köprü çözümün mekânı değil, çözüm mekânına ulaştıran bir vasıtadır. Köprünün üzerinde ilanihaye sürtmek mümkün değildir. Kıyılardan ya birine ya öbürüne geçeceksiniz. Barış kıyısına geçmek için ise kalıcı barışın zorunluluklarını göze almak gerekir.
Çözüm sürecinde ise taraflardan hiçbiri oraya kadar varmayı göze almış değildi.
***
Tayyip Bey Kürt sorununun çözümünün onsuz olmazı demokratikleşmeyi sağlayacak niyet ve yapıda olmadığı gibi, karşı tarafın maksimalist taleplerini karşılayarak iktidarını sürdürebilecek bir konumda da değildi.
Karşı tarafa gelince:
Her şeyden önce karşı tarafın kim olduğu belli değildi. Evet görünürde karşı tarafAbdullah Öcalan gibi duruyordu, ama silahı ellerinde tutanların Öcalan’ın liderliğini kabul edip talimatlarına uyacakları kuşkuluydu. Nitekim bunun göstergeleri zaman zaman beliriyor, bir türlü, Türkiye ile bile sınırlı kalsa, silahlara veda gerçekleşmiyordu.