Gerçeklerin er veya geç ortaya çıkmak gibi bir özellikleri
vardır.
İstanbul 13. ve 26. Ağır Ceza Mahkemeleri’nin, Şahin
Alpay ve Mehmet Altan’ın
kişisel başvuruları sonucunda haklarında verilen tutukluluk
kararlarının hak ihlali olduğu yolundaki Anayasa Mahkemesi kararını
tanımamaları, bir gerçeğin yedi buçuk yıl sonra ortaya çıkmasına
neden oldu.
2010 12 Eylül’üne doğru giden günleri anımsayalım. Türkiye’de yeni
bir anayasa değişikliğinin referandum kampanyası sürmekteydi.
AKP’nin kampanyadaki sloganı müthişti:
- 12 Eylül Anayasası’ndan kurtuluyoruz! Askeri vesayeti tasfiye
ediyoruz!
Bir kısım siyasetçi, aydın ve yazar herkesi uyarmak için
yırtınıyorlardı:
- Bunlar kandırmacadır! Kulak asmayın! Amaçları yargıyı ele
geçirmektir.
Bu arada, özgürlüklerin sınırlarını genişletme savıyla Anayasa
Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmasını öngören bir
değişiklik hükmü getirirken, onun yanı sıra da zaten var olan kimi
hakların yeniden tekrarından başka anlam taşımayan, güya kadın
haklarının alanını genişleten yeniliklikler de öneriliyordu iktidar
tarafından.
*** Bıkmadan usanmadan uyarmaya
çalışıyorduk:
- Kandırılıyorsunuz! Askeri vesayeti tasfiye ediyoruz derken ondan
bin beter bir sivil vesayet getirmeye çalışıyorlar!
O sırada olaya şaşı bakan sözde liberaller ve de kimi solcular da
desteklerini haykırıyorlardı:
- Askeri vesayetten, Evren Anayasası’ndan kurtuluyoruz; “yetmez ama
evet!”
Onları da uyarmaya çalışıyorduk: