Sınır bölgelerimiz kaynıyor, Türkiye artık bir barut fıçısının
üstünde oturuyor.
Barbaros Hayrettin sismik araştırma ve Fatih ile Yavuz sondaj
gemilerinin Karpaslar’ın açığında demirlemeleri, bunların savaş
gemisi ve uçaklarıyla korunmaya alınması ve Türkiye’nin burada
sondaj çalışmalarını başlatma kararı, AB’den bir defa daha “hukuka
aykırı sondaj kararından endişe duydukları”nın açıklandığı, bu
mesaja karşılık Türkiye’nin sert cevabının yayımlandığı ve bir
yandan da Rusya’dan alınan S-400’lerin teslimlerinin beklendiği
sırada, Kuzey Suriye’de PYD-YPG’nin yoğunlaştığı bölgede
Türkiye’nin askeri hareketliliğinin arttığı belirtiliyor. Bölgeyi
iyi tanıyan terör uzmanı Abdullah Ağar, durumu
değerlendirirken, “son derecede güçlü harekât emareleri mevcut”
diyor.
Denebilir ki, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiçbir döneminde,
bölgede bu denli sorunlarla kuşatılmış ve de yalnız bir durumda
olmamıştı.
*** Bu yalnızlığın, Türkiye’nin
coğrafi konumunun değiştiği döneme rastlaması boyutlarını daha da
büyütmektedir.
Şimdi ülkelerin coğrafyalarının değişmeyeceği söylenerek bu sava
itiraz mümkündür.
Evet doğrudur, ama aynı coğrafya, değişen siyasi tutumlara göre,
değişik olanaklar, avantajlar veya sorunlar doğurabilir.
Fiziki konumu kurulduğundan beri değişmeyen Türkiye’nin
Ortadoğu’daki durumu bunun en güzel örneğidir.
Her zaman Ortadoğu’nun ortasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti,
bölgedeki Müslüman coğrafyanın göbeğindeki tek, laik ve sonra da
görece demokratik ülke olarak, bölge içi çekişmelere uzak durmuş,
yansız bir tavrı benimseyerek, bölgede özel yere sahip bir ülke
konumu elde etmiştir.
1958’de ABD’nin ağırlığını koyması ile önlenen, akim kalmış Irak’a
müdahale girişimi dışında, Ankara bölgenin iç çekişmelerinin
uzağında durmayı başarabilmiştir.
Atatürk