İsrail bir yılı aşkın süredir büyük sokak gösterileriyle çalkalanmaktaydı. Aşırı dinci Yahudi gruplar Binyamin Netanyahu’nun önderliğinde oluşturdukları koalisyonla ülke yönetimine damgalarını vurgulamışlardı. Yerleşim bölgelerinde diledikleri gibi at oynatarak Filistinli Arapların yaşamını daha da güçleştirecek bir taciz politikası uygulamaktaydılar.
İsrail’de demokratik bir koalisyon ile iktidar formülü bulunamadığı için hükümete katılmak olanağı bulmuş ultra dinci yobaz takımı ile iktidar oluşturmayı geleneksel partilerden hiçbirinin istememesi üzerine tutucuların da tutucusu Netanyahu bir yıl kadar önce oluşturduğu tutucular koalisyonunu iktidara, ülkeyi de kaosa taşımıştı. O günden beri İsrail’de Netanyahu iktidarı ile halk arasında çatışmalar yaşanmaktaydı. Kısa bir süre içinde Netanyahu İsrail’de bütün siyasi güçlerle, politik ve demokratik kuruluşlarla karşı karşıya geldi.
Bir yıl boyunca sokaklar durulmadı. Netanyahu yalnız siyasi kurumları değil, yüksek yargının ve ordunun bir bölümünü de karşısına aldı. İsrail-Hamas çatışması herkesin “Bir şeyler olacak” dediği böyle bir ortamda gerçekleşti.
Hamas ile İsrail çatışmasının nerede duracağını şimdiden kestirmek güç. Olan bitenin burada kalması söz konusu değil. Öneriler, projeler, planlar birbirini izliyor. Terör örgütleri yeni girişimler için hazırlık yapıyor. Pek yakında bölgede yeni sınırların oluşması gündemdedir. Sürekli oluşum halindeki Ortadoğu ardı arkası kesilmeyen geçiş süreçlerinden birini yaşamaktadır. 21. yüzyılda bölge devletleri petrolden daha aranır hale gelmiş olan su yüzünden birbirleriyle savaşmaya hazırlanırken göç olgusunun doğurduğu istikrarsızlık bölgeyi daha da patlamaya hazır hale getirmiştir.
Göç olgusunun varlığını ve birliğini tehdit ettiği ülkelerin başında gelen Türkiye’nin şu anda sınırları içinde kaç milyon göçmen ya da sığınmacı barındırdığını hükümet dahil kimse kesin olarak bilmemektedir.
Böyle bir ortamda son günlerde birdenbire hilafet çağrıları artmıştır. Ortadoğu’da emperyalizmle siyasal İslamın birbiriyle bağdaştırılmış ortak çıkarlarının, büyük güçlerin bölgeyi bölme düşlerinin ürünü olan hilafet çağrıları kimseyi şaşırtmamalıdır.
Laik demokratik Cumhuriyetin karşıtı olan güçlerin iktidarda bulunduğu 21 yıl içinde bütün demokratik laik değerlere ve kurumlara saldırısını, bunların tasfiyesini amaç edindiğini herkes görmektedir. Kısacası Türkiye’de hilafet çağrıları ülkenin bekasının tehdit altında olduğu bir döneme rastlamış olması bakımından da önemlidir.
Emperyalizmle amaçlarını birleştirmiş olan siyasal İslamcı güçlerin bu son girişimleri Türkiye’yi kan ve ateş çemberi içine atacaktır.