Sevgili,
Salondaki seyircilerin çoğu gibi biz de zincirleme kahkahaları
patlatıyorduk. Bir ara kendime geldim ve sordum:
- Ne gülüyorsun Mehmet, ne var gülecek?
Mehmet Ulusoy da aynı soruyu kendine
tekrarladı:
- Hakikaten ne var gülecek?
YIL 1975, Paris’te Quartier Latin’deki sinemalardan birinde geçen
gün yitirdiğimiz, Ettore Scola’nın “Birbirimizi O Kadar
Sevmiştik ki” filmini izliyorduk. Sonradan bende
tiryakiliğe dönüşecek olan Scola tutkusunu yaratan, üstadın ilk
gördüğüm yapıtı“Birbirimizi o Kadar Sevmiştik ki”, bir grup
partizan arkadaşın savaş sonrası yıllarda başlarına gelenleri ve
dört bir yana dağılıp gitmelerinin hüzünlü öyküsünü
anlatır.
Scola, yapıtını ustası ve
arkadaşı Vittorio De
Sica’ya adamıştır. Filmin bir yerinde, kahramanlardan
öğretmen olanı ve yaşamda dikiş tutturamayanı, arkadaşıyla birlikte
izlediği De Sica’nın bir söyleşisinde şöyle yakınır:
- Hepimiz dünyayı değiştirmek için çıktık yola ama sonunda biz
değiştik.
Bu sözler söylenirken, ekranda De Sica’nın büyük plan görüntüsü
yansıtılmaktadır.
***
Hani Scola’nın De Sica ile ilişkileri bilinmese, sanki o
suçlanıyormuş sanacak insan.
Yıllar sonra, hukukçu kökenli bu büyük sinema ustasına Türkiye’deki
bir söyleşisinde bu durumu sorduğumda, aldığım yanıt, “Orada
onun da filmlerini çekmede ne güçlüklerle karşılaştığını
vurgulamak istedim” olmuştu.
Dünyayı değiştirmek üzere yola çıkanların hazin öyküsü birçok
romana, filme konu olmuştur. Öykülerdeki hüzün, dünyanın
değişmemesinden değil, kahramanların öngördükleri biçimde
değişmemesinden kaynaklanır.
Yoksa dünya değişir değişmesine...
Değişimin kaçınılmazlığı şaşmaz bir kuraldır.
Dünya da değişecektir, onunla birlikte birey de.
Bakma “böyle gelmiş böyle gider dünyayı değiştirmek sana
mı kalmış!” diyenlere.
Hep böyle gelmiş böyle gitmez, hiçbir şey ilanihaye sürmez. Her şey
değişir, bu her şeyin içinde dünyayı değiştirmek isteyenin kendisi
de vardır. İnsan dünyaya değiştirmeye ve değişmeye
gelmiştir.
Tarih değişimin öyküsüdür.
***
Ama değişimin kaçınılmazlığı çürümenin erdem olduğu anlamına
gelmez.
Değişim, yönünü önceden görenler galip, ona ters düşenler mağlup
ilan edilir. Ama galip tarafta yer alan illa en akıllı olan
değildir. Galip safta yer almak rastlantının sonucu da olabilir.
Değişimin yönünün yanlışlığı doğruluğu sorusu kadar anlamsızdır,
(gerçekten de doğru kime göre doğru, yanlış kime göre yanlış; biri
için doğru olan öbürü için yanlıştır) değişime ayak uyduranların en
akıllılar olduğunu sanmak. Nitekim bilim adamları bir nükleer savaş
sonrası ortamına en iyi ayak uyduracak olanların hamam böcekleri
olacağını söylüyorlar.
Değişimin yenikler safına attığı kişilerin unutmamaları gereken de
değişimin sonucunda varılmış olan değerler bütününün de, ilelebet
baki kalmayıp değişeceğidir. Bu durumda da bugün için doğru olan
yarın için yanlış, bugün için erdem olan, yarın için kepazelik
olabilecektir.
Demek ki değişim olgusuna bir tek noktaya göre bakmak da
aldatıcıdır.
Değişimde asıl önemli olan varılan noktadan çok yürünen yoldur.
Zaten hayat dediğimiz de değişmek ve değiştirmek yolunda yürünen
zaman parçasından başka nedir ki?