Sevgili,
Üç gün önce, bir anlığına başa baş gittiler, sonra gece yeniverdi bir kez daha günü. Güneşli ılık günler dolayısıyla pek farkında olmasan bile, bil ki artık geceler daha uzun. Bilmiyorum gecelerin bilincine varınca senin de kapladı mı içini, bir hüzün?
Şimdi sana tuhaf gelecek, ama ben o hüznü, 21 Haziran’da, en uzun günde yaşamıştım, ertesi günden başlayarak, günlerin geceler karşısında gerileme sürecine gireceğini düşünerek. Ne tuhaf değil mi, en uzun güne sevinecekken gecelerin günleri kemirmeye başlayacağını fark edip hüzünlenmek.
Ama ben 21 Haziran hüznümün intikamını, 21 Aralık günü alırım. Günün en erken solduğu, gecenin en uzun olduğu o tarihte bende bir neşe olur ki, sorma gitsin!
Çünkü karanlıklar içinde bilirim ki, artık günlerin geceyi kemirme süreci başlamıştır.
En uzun gecede, uzun günlerin muştusunu almak, en uzun günde uzun gecelerin hüznüne dalmak pek akıllı işi değil biliyorum ve Pascal’ın şu sözleri geliyor aklıma:
- Hiç içinde bulunduğumuz anı yaşamayız, ya geçmişteyizdir ya da gelecekte.
***
Tabii, en akıllıcası, içinde bulunduğun anı yaşamaktır. Zaten gerisi de lafügüzaftır.
Geçmiş artık yok, geleceğin ise bizim için olup olmayacağı belli değil.
En uzun günleri, içinde bulunduğum zamanın keyfiyle yaşadığım ender anlar, bayramların en güzeli olan ve şimdiye kadar birkaç kez Paris’te yaşamak olanağını bulduğum “Fete de La Musique” (Müzik Bayramı) günleridir. 1982 yılında, Fransız Kültür Bakanı Jack Lang’ın, bakanlığın müzik ve dans direktörü Maurice Fleuret’nin önerisiyle başlattığı şenlik, günümüzde yüzden fazla ülkede yapılmaktadır. Başlangıçta, amatör toplulukları müzik yapınız (faites de la musique) diyerek teşvikle yola çıkan müzik bayramı, Paris’te tam bir şölen oluyor. Havanın saat 22 sularında karardığı 21 Haziran’da kentin sokakları, her cinsten, her dilden, her dinden, her tınıdan, her yaştan, her renkten, amatör veya profesyonel müzikçinin hünerlerini sunmalarıyla tam bir şenliğe dönüşüyor.