Kimileri, şu anda var güçleriyle, başkanlık sistemini
tartıştığımıza herkesi inandırmak istiyor.
Oysa şikâyetçi olduğumuz ve gündemimizi meşgul eden, başkanlık
sistemi değil, tek adam yönetimidir.
Şu ya da bu biçimde, yasama, yürütme ve yargının bütün dizginlerini
ele geçirmiş olan, her türlü yetkiyle donatılmışken, sorumluluğun
ve denetimin, tümünden azade tek adamın egemen olduğu düzene
genelde tek adam rejimi, bizde de Reis Rejimi denilmekte.
Kuvvetler ayrılığının esamisinin okunmadığı Reis Rejimi’nde, temel
hak ve özgürlükler rafa kaldırılmış, gazeteciler, yazıp çizenler
içeri tıkılmış, her şey Reis’in ihtiyarına bırakılmış
durumdadır.
Kendisi de Reis’in keyfine uygun davranmakla yükümlü olan Reis’in
partisi şu anda fiili Reis Rejimi’ni anayasal bir kılıfa
büründürmek amacında, başkanlık etiketli bir Reis düzeni
anayasasını kabul ettirmek peşindedir.
Böyle bir düzenlemenin, neyi değiştirip, ne işe yarayacağını
anlamak imkânsız.
Her şeyden önce, çağımızda anayasa kavramı denince, yurttaşın temel
hak ve özgürlüklerinin sınırlarını genişleten, güvencelerini
arttıran metinler anlaşılır. Yani anayasalar, yönetileni yöneten
karşısında güvenceye alırlar, yönetenin yönetilen karşısındaki
yetkilerini arttırmazlar.
Anayasa yurttaşın anasını ağlatan yasa değildir.
***
Bizde bir anayasa fetişizmi var. Sanılıyor ki, anayasa her şeyi
çözer. Zannediliyor ki, gelişmiş demokrasiler, iyi anayasaları
olduğu için o durumdadırlar. Biz de iyi bir anayasaya kavuşsak,
bütün sorunlarımız çözülecektir.
Oysa, anayasalar neden olmaktan çok sonuçturlar.
Yani demokratik toplumlar, demokratik anayasaları olduklarından
demokrat olmuyorlar, demokrat olduklarından demokratik anayasa
temelinde uzlaşıyorlar.
O toplumların, demokratik uzlaşma kültürleri anayasalarının da
güvencesini oluşturur.