“Bildiğin en güzel fıkra ne” diye sorduklarında yıllardır aklıma hep şu öykü gelir:
20. yüzyılın başlarında İngiliz sömürgelerinden bir Afrika ülkesinin kabile reisi, bir gün majestelerinin ülkesini ziyarete gider.
Dönüşünde, reis kabilesinin üyelerine vapurları, trenleri, arabaları, büyük binaları, makineleri anlata anlata bitiremez, en sonunda da ekler:
- Ama bir şey gördüm ki o harikuladeydi. Sonra anlatmaya başlar:
“Bir gün beni bir çayırlığa götürdüler, ayin için çepeçevre binlerce insan toplanmıştı. Biraz sonra, yeraltından on bir tane kırmızılar giymiş adam fırladı, onları on bir tane beyazlar giymiş adam izledi. Sonra aynı delikten iki siyah giysili adamın ortasında, yine siyah giysili bir adam çıktı, çayırın ortasına geldi, adamlar çayıra yayıldılar. Baş büyücü elindeki beyaz küreyi çayırın ortasına koydu, düdüğünü çaldı ve işte o anda harika bir şey oldu!”
Nefeslerini tutup dinlemekte olan kabile üyeleri merakla sorarlar:
- Ne oldu?
- Birden bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı der şef.
Son Dünya Kupası’nı izleyenler görmüşlerdir. 21. yüzyılın 18. yılında, hâlâ dünyanın en büyük ortak paydası olma konumunu koruyan futbolun ilahları artık, geçmiş Afrika kabilelerinin torunları...
Şampiyon olan Fransa’nın oyuncularına bakın! Kaleci Lloris ve munkabız forvet Giroud dışında “saf kan” Fransız yok. Büyük çoğunluk Afrikalı zenci, olmayanlar da Magrepli Araplar.
*** 20 yıl önce, ilk Dünya Kupası’nı aldıklarında...