Avrupa Parlamentosu Başkanı, sosyal demokrat Alman politikacı
Martin Schulz “Türkiye nefes kesen bir hızla Avrupa’dan
uzaklaşıyor” dedikten sonra, demokrasi ve insan hakları açısından
eleştirilerini sıralıyor.
Yine sosyal demokrat bir politikacı olan emekli büyükelçi ve
değerli araştırmacı yazar Onur Öymen de, Türkiye’deki eksiklikler
ile aksaklıkları, muhalefet ile basının eleştirdiğini belirttikten
sonra, haklı olarak şu soruyu da soruyor:
- Acaba bu uzaklaşmada Avrupa’nın hiç mi sorumluluğu yok?
O. Öymen’in bu sorusu 2 Haziran’da, Ermeni soykırımının var
olduğunu vurgulayan bir kararı kabul etmeye hazırlanan Alman
parlamentosunun bu davranışı üzerine, daha da önem kazanacak ve
Schultz ile Öymen’in ülkeleri arasında polemik daha da kızışacak
gibi görünüyor.
Zaten, Türkiye’deki Avrupa hevesi de artık tutku olmaktan çıkmış,
AB’ye ilgi azalmış, Birliğe girme arzusu da iyice zayıflamış
bulunuyor.
Doğrusu bunda Avrupa’nın çekiciliğinin iyice azalmış olması, Avrupa
standartlarının AB üyeleri içinde bile sarsılması, Avrupa’ya
kuşkuyla bakanların (Avro - sceptique) hızla artması da etkili
olmakta.
Bu arada Avrupa içinde “Birlik”ten ayrılma trendi de
yükseliyor.
***
Ülkesinin AB’de kalıp kalmayacağı sorusunu, 23 Haziran günü
halkın oyuna sunacağını açıklamış olan İngiliz Başbakanı David
Cameron her ne kadar Birlik içinde kalmaktan yana kampanya
sürdürüyor olsa bile, kabinesinde dahi bu konuda bir görüş birliği
sağlayabilmiş değil.
Yani İngiltere’nin üyeliği sallantıda. Yunanistan’ın Avro
bölgesinden çıkışı tehlikesi şimdilik atlatılmış gibi görünmekle
birlikte, tümüyle saf dışı olmuş da değil.
Kaldı ki birliğe kuşkuyla bakan ve geleceğini sorgulayanlar sorunu
bir yana bırakılsa bile, Birlik içinde Avrupa’ya can veren
demokratik ölçütleri tartışma konusu eden, onları tanımayan akımlar
gittikçe güç kazanmakta.
Bunun son örneği, çevreci Van der Bellen’in, son anda ancak
postayla kullanılan oyların imdada yetişmesiyle uç sağcı ırkçı
Norbert Hofer’i yüzde 50.3 oy oranıyla, sandıkta, kıl payı
yenebildiği Avusturya’dır.
Avusturya’da tehlike şimdilik atlatılmıştır. Nitekim, uç sağcı
ırkçı Norbert Hofer, yenilgiyi kabul eden seçim konuşmasının
sonunda aynen şunları söylemiştir:
- Üzülmeyin ve hedefimizden vazgeçmeyin! Bu kampanyada yaptığımız
yatırım gelecekte sonuç verecektir.
Sorun yalnız Hitler’in anavatanı Avusturya ile sınırlı değil ki.
Polonya ve Macaristan gibi, demokratik birikimi oldukça kıt ülkeler
de, AB kriterlerini ve demokrasinin temel ilkelerini çiğnemekte
birbirleriyle yarış halindeler.
Polonya’da, Hıristiyan değerlere bağlılığının sürekli altını
çizerek, son seçimlerde sandıktan çıkıp iktidara gelen, tutucu
Hukuk ve Adalet Partisi’nin yetkilerini kısıtladığı anayasa
mahkemesi ve üzerine yoğun bir baskı uyguladığı basın ile çekişmesi
sade ülkedeki demokratik muhalefet tarafından değil, aynı zamanda
Brüksel yetkililerince de itirazlarla karşılanmaktadır.