Önce inanç dolu bir gözlemden çıkmıştı yola: “Daha iyi bir
dünya mümkündür”.
Sonra da mümkünü geçekleştirmek için 81 yoldaşıyla birlikte devrimi
başlatmış, küçük yoksul ada ülkesinde insanların daha onurlu, daha
eşitlikçi bir yaşamın savaşımını verdikleri dönemin önderi
olmuştu.
Elli yıl boyunca, çağımızın en büyük emperyalisti ABD’nin
suikastlarına, silahlı saldırılarına, kahredici ambargosuna karşı
direnmiş, diz çökmemiş, “bir defasında yenilsek bile
toparlanıp yine savaşır ve kazanırız” diyerek, bütün daha iyi
bir dünyaya inananların umudu olmuştu.
Fidel Castro’ydu adı.
Ve 20. yüzyılın bu son büyük devrimcisi, ümit ışığı Fidel Castro
geçen gün, teslim olmayanların yenilmeyeceklerini kanıtlayıp
mazlumlarda umut ışıklarını parlattığı 90 yıllık yaşamını
noktaladı.
***
- İnsan nasıl Castro olur?
Fransız fotoğrafçısı ve belgesel filmcisi Chris
Marker’in 1961 yılında kendisine sorduğu bu soruyu
Castro, “Cuba Si” belgeselinde şöyle
yanıtlıyordu:
- Fransa’da her yıl
birçok Danton ve Robespierre doğuyor.
Ama tarihin kendilerine ihtiyaç duyduğu anda doğanlar Danton ve
Robespierre oluyorlar. Küba’da da her yıl bir sürü Castro doğuyor,
ona ihtiyaç duyulduğu anda doğanlar da Castro oluyor.
Halkının kendisine seslendiği adıyla Fidel,
gerçekte, Simon
Bolivar’lardan, JoseMarti’lerden Mustafa
Kemal’lerden süzülerek geliyor ve gerektiği zamanda
tarihle randevusuna yetişiyordu.
Fidel Castro’nun tarihle randevusu çetin bir buluşmaydı. ABD
emperyalizmi burnunun dibindeki küçük ve yoksul adada, kendisinin
yarattığından daha değişik ve daha güzel sosyalist bir dünyanın
oluşturulmasına izin veremezdi.
Koca ABD de bütün ağırlığıyla abandı Küba’nın üstüne. Domuzlar
Körfezi çıkartmasıyla küçük adayı istilayı denedi, başaramadı,
yenildi. Sonra bütün ekonomik siyasal gücüyle müttefikleriyle,
yarım yüzyıl süren ambargoyu uygulamaya başladı.