Salı günü bu köşede “Sevgililer Günü”nün önemini vurgularken,
sevgiye ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu anlatmaya
çalışmıştım.
Dün telefonum çaldı. Arayan söylediklerime, yazdıklarıma hep
tersten yaklaşan, ama düşüncelerini hep de haksız bulamadığım bir
dostumdu.
-Yine coşmuş, taşmışsın, dedi ve ekledi:
-Sevgi sevgi diyorsun ama şirazesinden çıkmış, dayatmacı nefret
toplumlarında, sevgiye de dikkat etmek gerek, çünkü o da sonunda
kahredici hale dönüşüyor.
-Amma da yaptın ha! Sevgi mi kahredecekmiş! dedim
-Ne şaşırıyorsun? Şu vatan sevgimize, Allah aşkımıza bak! O
sevgilerimiz yüzünden insanları eziyor, kahrediyor öldürüyoruz.
*** Sonra aldı sazı eline:
“Allah aşkı, inancının çok geliştiğinden emin olanların,
diğerlerini de dinin ve gerçeğin yoluna çağırmakla yetinmeyip, aynı
zamanda onları kendileri gibi inanmaya, davranmaya ve yaşamaya
zorlamakla kendilerini yükümlü hissetmelerine yol açıyor. Böyle
olunca da, insanları bütün demokrasilerde olduğu üzere,
inanışlarında serbest bırakmak, kendi inançlarımızı onlara zorla
dayatmamak ilkesi ayaklar altına alınıyor, kimileri kul ile Allah
arasına girip, Allah aşkına kula emirler yağdırıyorlar.
Dini duygularının çok gelişmiş olduğunu düşünenler Allah aşkı adına
ona buna fetva veriyor ve bu fetvalara uygun davranmadığını
düşündüklerini cezalandırıyorlar. Bu hikmeti kendinden menkul
dayatmacı fetvacıların en çarpıcı örneğini geçenlerde RTÜK’ün bir
dizide “Allah Baba” deyiminin kullanılması üzerine ceza kesmesinde
görmedik mi?
Sol elle yemek yemenin günah olduğunu ileri sürmekten çekinmeyen,
içki içenleri engelleyerek kendi...