Gelinim Deniz Sirmen ile her sabah telefonla görüşürüz. Zaman zaman, bir sorun var ise günün başka saatlerinde de Deniz’in kontrolü üstümdedir. Mine öldükten sonra sürünmüyorsam eğer, büyük ölçüde onun sayesindedir. Salı günü mutat görüşmemizden sonra bir daha aradı. Bu kez altılı masanın anayasa değişikliğiyle ilgili yazımdan konuştuk.
“Beğenmişsiniz” diyordu. Öyleydi. Ama sorun beğenmenin ötesinde, altılı masanın yeni anayasa önerisinin, hürriyetleri esas alan özünü, vatandaşı ve sivil toplumu güçlendirmeye yönelik tavrını olumlu bulmuştum. Hele hele, sosyal sınıf fobisinin egemenliğinde olan bir toplumun bu saplantısından kurtulduğunu gösteren 68. maddeyle ilgili düzenlemesini çok önemsemiştim.
Ama buna karşılık yeni anayasa değişikliğinin, AKP öncesi döneme kıyasla parlamenter rejimi nasıl güçlendirdiğini anlamadığımı da belirtmek isterim. Cumhurbaşkanını halkın seçtiği sistemin, aynı seçimin Meclis tarafından yapıldığı AKP öncesi döneme kıyasla parlamentarizmi değil, Cumhurbaşkanlığı kurumunu güçlendirdiği kesindir. Halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı, halk tarafından seçilmiş parlamento ile ters düştüğünde Meclis’in milli irade savını ileri sürmesi halinde, kendisinin de halk tarafından seçildiği yanıtını vererek dayatabilecektir:
-O milli iradeyse bu da milli irade.
Sorunumuz o olmadığı için, meselenin o yönü üzerinde durmadım, önerilen metni olumlu buldum.
Altılı masanın banisi ama muhalefet partisi genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 3 Aralık Cumartesi günü, “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığı altında açıkladığı ekonomik programı için de durum aynı. 3 Aralık açıklamalarında, hedeflenen amaçlara uygun görüşler ileri süren Kılıçdaroğlu, bu amacına nasıl ulaşacağını da anlattı. 70 kişilik uzman kadrosunu saydı ve krizden çıkmak için alınacak önlemlerin yanı sıra gerekli dış kaynağı nereden nasıl bulacağını da belirtti.
Kemal Kılıçdaroğlu birinci tekil şahıs konuşarak bunları yapmaya bizzat talip olduğunu da hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkla ortaya koymuştur.