1982 yılıydı. Biz Barış Derneği tutukluları, bulunduğumuz
Maltepe Zırhlı Tugay’daki askeri hapishaneden, bir zamanlar
Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyüğü olması hasebiyle ülkemizin
me-darı iftiharı olan Sağmalcılar Sivil Cezaevine nak edilmiştik.
Grubun dağıtılması da söz konusuyken, sonunda hep birlikte C-16
kaçakçılar koğuşuna konmamızla iş “tatlıya bağlandı”. Ama içimizden
prostat kanseri yüzünden Kasımpaşa Askeri Hastanesi’nde yatmakta
olan emekli büyükelçi Mahmut Dikerdem’den de başka
eski İstanbul Baro Başkanı Orhan Apaydın’ın da
sağlık durumu hapislik koşullarına elvermeyecek kadar kırılgan
olduğundan cezaevinin hastanesinde yatırılmasına karar
verilmişti.
Koğuşa sevk edilmeden konuşuyoruz. Orhan Apaydın’a gittim.
“Orhan Abi bak dedim. Sen çok ünlü bir avukatsın, şimdi herkes sana
özellikle affı soracak. Af çok netameli bir konudur. Sakın olumsuz
yanıt verip, yok falan deme, bu konuda hep iyimser konuş, ‘af
çıkacak ama yeni suçları kapsamayacak, onun için burada yeni bir
disiplin suçu falan işlemeyin’ diyerek, sakin durmalarını sağla.”
Sonra biz koğuşumuza gittik. Orhan Apaydın da revire...
Bir süre sonra mahkeme salonunda yine bir araya geldik. Sordum:
-Nasıl gidiyor, af konusunda söyledik
lerimi unutmuyorsun değil mi? Orhan Apaydın, anlatmaya başladı:
-Bu cahil heriflerin ağzından af düşmüyor ki, geçen gün de
tartışırken bana sordular, ben de af maf yok dedim, biri ‘neden
olmuyormuş ki, biz senin gibi devletin temeline dinamit mi koyduk
ki, affedilmiyoruz!’ diye üzerime yürüdü.
Dayanamayıp, kahkahayı patlattım.
-İlahi Orhan Abi, biz sana ne dedik, sen ne yapmışsın!
...