14 Mayıs 1950 seçimlerinde on yaşında bir çocuktum. Olanı biteni
anımsıyorum. O günden bu yana 65 yıl boyunca çok seçim gördüm.
Yaşadığım her seçim yaşamsaldı. Ne zaman seçim olsa, “Ama bu
hayati, diğerlerine benzeyen bir seçim değil” denirdi. 65 yıl
içinde bir tane bile olağan seçim görmedim.
Belki de benzetmeler haklıydı, koşullar gerçekten olağan değildi.
Ama 65 yıl içinde bir tane bile olağan seçim yapamamış bir ülkede,
rejimin normal işlediğini söylemek de mümkün olmasa
gerek.
Doğrusu, şimdi bu seçimlerin de normal, olağan bir seçim olduğunu
söyleyemeyeceğim.
Öyle ya! Yapılan güya yasama seçimi, ama oylamanın gerçek niteliği
bir anayasa referandumu. Sanki yasama meclisi seçilmiyor
da, Tayyip Erdoğan oylanıyor
gibi.
Oysa, yasal olarak seçimin Tayyip Erdoğan ile hiçbir ilgisi
yok.
Ama o işin yasal tarafı. Yoksa seçim baştan aşağı Tayyip Erdoğan’ın
egemenliğinde geçiyor. Her gün miting meydanlarında ve dolayısıyla
televizyonlarda boy gösteren o.
Her gün isteklerini gerçekleştirmeye yetecek oyu toplayabilmek
için, ülkeyi turlayan o.
Nerede, hangi alanda kimin miting yapacağına karar veren
o.
İktidar partisi AKP’nin kampanyasının ana çizgilerini saptayan,
adayların kararlaştırılmasında, teker teker söz sahibi olarak
atamaları yapan o.
Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, kontrol eden o.
***
Seçim adeta tek adam rejimini onaylayıp onaylamama plebisitinden
başka şey değil.
Aslında, tek adam rejimi zaten kimseye sorulmadan yürürlüğe konmuş
da, şimdi iş onaya kalmış durumda.
Türkiye 7 Haziran günü, her şeyi denetimine almış tek adamı
onaylama görevini yerine getirmek üzere sandık başına
gidecek.
Devletin bütün erklerini denetleyen, hiçbir sistemde görülmeyen
sınırsız yetkiler kullanan Tayyip Erdoğan’ın seçimi 7 Haziran
seçimi.
7 Haziran’a doğru giderken Tayyip Bey gücünün doruğunda