Gazeteciler çoğunlukla “şeamet tellalı” olarak kabul edilip
öfkeyi çekerler.
Oysa çağın tanığı olan gazeteci, olanı yapan değil, yazandır,
kızılması gereken ise yazan değil, yapandır.
Ufkun böylesine karardığı günlerde, öfkeyi çekmemek için iyi şeyler
yazmak gerek. Dönüyorum dolaşıyorum, “ilaç için bir tane bile
bulumadım” diyecekken Spor sayfasında aradığıma kavuşuyorum:
“Lefter Küçükandonyadis yılı başladı”
İç ferahlatıcı haber, tam dünya kupası vesilesiyle, şovenizm
tartışmalarının bir kez daha yeşil sahalara yansıdığı bir dönemde,
yine futboldan gelmişti.
İyice yerli yerine oturtursanız, futbol inişli çıkışlı yaşamın
içinde küçük mutluluk kuytucukları yaratır, yararlıdır. O yüzden
severim. Futbolun illa vurdumduymazlık aşılayan bir zehir olduğunu
düşünmeden önce unutmayalım ki, önemli olan ne yaptığınız değil,
nasıl yaptığınızdır.
*** Galatasaraylıyım ama ne zaman
çocukluğumun geçtiği Kadıköy’ün Kurbağalıdere semtine yolum düşse,
Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis’in heykelini gördüğümde içim
kıpır kıpır eder. Oysa Galatasaraylı olarak, Lefter yüzünden çok
küçük acılar yaşamışımdır. Ama olsun! “Ver Lefter’e, yaz deftere”
gibi adı etrafında deyimler üretilen Lefter, benim ve daha nice
kuşağın yaşamının ortak milli ve yerli değeri bir efsanedir.
Bu yıl futbol sezonunun milli futbol takımımızın 9 kez de
kaptanlığını yapmış olan Lefter Küçükandonyadis’in adıyla anılması
ve böylelikle, tam da farklılıklara hoşgörüyle, sevecenlikle, bizi
zenginleştireceğinin bilinciyle bakmaktan gittikçe uzaklaştığımız
bir dönemde, “çoğunluktan farklı kökenli bir ortak değerimiz”in
adının simge halin...