Yine Tophane, yine sergi açılışı, yine galerinin kapısı önünde,
sigara ve içki içenler, yine bunu bahane ederek, içki içenlere veya
yanındakilere saldırı, yine olaya seyirci kalan, saldırıya
uğrayanları korumayıp onlara dağılmalarını tavsiye eden
polis.
Gün geçmiyor ki birileri kılık kıyafeti, yemesi içmesi, yahut
kulaklıkla müzik dinlemesi yüzünden saldırıya uğramasın.
Gün geçmiyor ki devlet saldırı karşısında çaresiz, daha doğrusu
aldırmaz kalmasın.
Son olay iki gün önce Tophane’de olmuş. Tomtom Mahallesi
Çukurbostan Sokak’ta açılan “Kuytu” sergisi sırasında serginin yer
aldığı galerinin kapısı önünde içki içenler, mahalle sakinlerinin
(burada mahalle azgınlarının demek galiba daha doğru olacak)
saldırısına uğramışlar, saldırı üzerine polise haber vermişler,
polis ise olay yerine gelmediği gibi, sergiye katılanların
dağılmalarının daha uygun olacağını söylemiş, bunun üzerine de
sergi dağılmış.
Haberi okuyunca, düşündüm de polis iyi ki olay yerine
gelmemiş.
Gelseydi ne olacaktı ki?
Sergiye katılanların “hadi aslanım, hadi canım
kardeşim!” diye sırtlarını sıvazlayıp, suça arka çıkacaktı.
Zaten, saldırıya uğrayanlara “koşullar gereği” dağılmalarının daha
iyi olduğunu söylemekle, polis gerçek tavrını belli
etmiştir.
Bunun bir adım daha ötesi, sergiye katılıp saldırıya maruz
kalanların kamu düzenini bozmaktan gözaltına alınması
olurdu.
Bugünkü Türkiye’de bir adım daha ileri gidilmesi ve saldırıya
uğrayanların yargı önüne çıkarılarak tutuklanmaları da
yadırganmazdı.
Bütün bunlar henüz olmuyorsa eğer, sırtı sıvazlanan kışkırtılan
“mahalle baskısı” ile amaca zaten ulaşıldığındandır.
***
Artık mahalle baskısı adeta anayasal bir kurum olmuştur.
Yakında, yeni yapılacak “sivil anayasa”ya mahalle baskısı
kurumunun da konup güvence altına alınması önerisiyle karşılaşırsak
hiç şaşırmayalım.
Mahalle baskısı anayasal kurum olarak tescil edilmese bile fark
etmiyor. O, Reis Rejiminin temel kurumlarından biri haline
gelmiştir bile.