Bütün dünyanın dikkatinin Filistin ile İsrail’in üstüne kilitlendiği sırada geçen salı günü Cumhuriyet’in manşeti “İmam derste” idi. Bu bir dönüm noktasının ya da dilerseniz bir iflasın belgelenmesiydi. Gerçekten de AKP’nin, Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı eşgüdümünde yürüttüğü ÇEDES Projesi’nin başarıya erişmesinin ilanı, Türkiye’de laik Cumhuriyetin de resmen sona erdiğinin dünya âleme bildirilmesidir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimin laik çatı altında toplanması, Evkaf ve Şeriye Vekâleti’nin kaldırılarak yerine yürütmeye bağlı bir genel müdürlük kurulması, buna koşut olarak, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin kaldırılarak yerine Genelkurmay Başkanlığı’nın kurulması bir arada ele alındığında sivil toplum kavramının, dini hiyerarşi dışına taşınmasının önemini vurgulamaktadır. Bu durum, siyasi otoritenin üstünde iki vesayetin de aynı derecede sakıncalı olarak görüldüğünün ifadesiydi.
Kalıyordu geriye laik uygulamanın sivil denetimi. Bu nasıl sağlanacaktı? Sivil denetim cemaatlere tarikatlara mı bırakılacaktı, yoksa yürütmenin siyasal denetimine mi? İlk anda, tercihin birinci noktada toplanmakta olduğu, devletin dinin üzerinde denetiminin söz konusu olmaması çözümünün üstün geldiği görüldü. Ama Osmanlı’nın son dönemlerinde tarikat ve cemaatlerin çok olumsuz ve yoğun etkisine karşı doğan tepki Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde laiklik uygulamasının devletin dini denetlemesi şeklinde gelişmesine neden olmuştur. Ama teorinin bu olmasına karşın pratik tümüyle tersi olmuş, siyasi kadronun ve Cumhuriyetin hiç de elit olmayan siyasi elitinin tutumu “Devlet dini kontrol ediyor” derken din devleti kontrol etmiştir. Bu gelişme özellikle Cumhuriyette önemli kırılmanın olduğu İkinci Dünya Savaşı’na rastlayan 1940’lı yıllarda olmuştur.