Cuma akşamı, televizyon kanallarından ABD’nin 45. başkanı Donald Trump’ın yemin törenini izliyordum.
Muhteşem bir ritüel. Bu ritüeller, ulusların demokratik yaşamlarının ayrılmaz bir parçası. Cuma günkü görkemli tören, bir Hollywood masalı ustalığıyla bütün dünyaya yansıtılıyor.
Tam bir Amerikan rüyası filmi.
Filmin baş kahramanı Donald Trump, yeniden büyük ve güçlü Amerika’nın mutlu günlerini muştuluyor. Aynı zamanda yerleşik düzenin (establishement) simgesi Washington’a karşı Amerikan vatandaşını, koruyup kollayacağını ilan ediyor.
Törenlerin, söylevlerin, görüntülerin, söylemlerin ardında, Washington semalarında Frank Capra’nın ruhu süzülüyor adeta.
ABD’nin gelmiş geçmiş en sevilen sinemacılarından biri, belki de birincisi olan Frank Capra’yı (1897-1991) yine Amerikan sinemasının efsanelerinden John Ford şöyle tanımlıyor:
-Amerikan rüyasına inananların, ilham kaynağı, büyük adam, büyük Amerikalı.
Gerçekten de “Amerikan rüyası” dendiğinde, ilk akla gelen isim Frank Capra’dır.
***
Küçük adamların oluşturduğu büyük Amerikan rüyasının anlatıcısı olan Capra bütün yapıtlarında, toplumdaki aksaklıkları gözler önüne sererek başlayınca öyküsüne, yalın gerçekçi, kara bir yapıt ile karşı karşıya olduğunuzu sanırsınız. Ne var ki, her öykünün sonunda, çalışkan, dürüst, sevecen, küçük adamların oluşturduğu Amerikan rüyası galip gelir, iyiler üstün çıkar, ışıklar yanarken, seyircinin göz pınarlarından iki damla yaş süzülür.
Cuma günü töreni izlerken, zihnimdeki paralel ekrana da Frank Capra yapıtı “Mr. Smith Washington’a gidiyor”un görüntüleri yansıyordu.