Hiç de kısa sayılmayacak yaşamımda üç rüyayı
tekrar tekrar görürüm, daha doğrusu
görürdüm.
Birincisi gençlik yıllarımda sıkça
gördüğüm “uçma” olayıydı.
Arada rüyalarımda sıkışık durumda kaldığımda bir tehlikeden
kaçarken son anda havalanıp uçmaya başlardım. Kimi zaman da
çabalar, yırtınır, bir türlü yerden
yükselemezdim.
İkinci rüyam, okulu bitirdikten yıllar sonra,
yeniden okula ve sınava çağırılmam olurdu. Nafile
yırtınırdım:
- Ben okulu bitireli yıllar oldu, üniversiteyi
bile tamamladım!
Üçüncüsü, birden kendimi yine hapiste bulma
rüyasıydı.
- Hay Allah yine mi hapis? Ne zaman bitecek bu,
diye sorarken evdeki yatağımda
uyanırdım.
Artık ne uçuyorum, ne tekrar sınava, ne de
hapse giriyorum. Hepsi geride kaldı.
Ama 11 Eylül Pazartesi daha önce geçirdiğimi
tekrar yaşadığım bir “deja
vu” günü oldu.
Cumhuriyetçi arkadaşlarımızın duruşması için
Silivri’de olduğum pazartesi sivil vesayet döneminde yargıçların
rütbeli üniformalarının olmayışı dışında, duygu ve düşünce
açısından her şey askeri vesayet dönemlerindekinin aynıydı.
Jandarmaların varlığı işin militer yanının eksik kalmamasını
sağlıyordu.
***
Kolay değil, yaşananlar 35 yıl aradan sonra
yineleniyordu.
35 yıl önce, yasal olarak kurulmuş toplantıları
için gerektiğinde sıkıyönetimden izin çıkmış bir derneğin, ne
zaman, nasıl, üyelerinin hangi fiiliyle illegal çizgiye kaydığı
konusunda bir tek somut olay, kanıt, delil olmadan insanlar tutuklu
olarak yargılanıyorlardı. Her şey çıkarsama yoluyla yapılıyor,
mahkemenin sorduğu bütün sorular iddiaların abesliğini ortaya
koyuyordu.
Bu kez Cumhuriyetçilerin yargılanmalarında
durum aynıydı.
Geçenlerde, biri
sordu: