Katliamın olacağı belliydi. Yalnızca, ne zaman ve nerede olacağı, dolayısıyla kime rastlayacağı belli değildi.
Onu da kestirmek güç olmasa gerekti. Sınırları kevgire dönmüş Türkiye’de, Kobani’ye kitap, oyuncak ve ağaç götürmeye gidenlere karşı eli kanlı cinayet örgütü IŞİD’in seyirci kalmayacağını, kendine özgü tepkisini göstereceğini kestirmek mümkündü.
Ama kurbanların, basın toplantısı düzenledikleri mahalde de yeterli önlem alınmamış, bir tek sivil polis bile yerleştirilmemiş, bombacı, olay yerine elini kolunu sallayarak girebilmişti.
Devletin Urfa’daki temsilcisi Vali İzzettin Küçük, Akçakale Sınır Kapısı’nda kendisine “Tel Abiyat ve Akçakale’de IŞİD’liler bulunduğunu ve tedirgin olduklarını söylüyorlar” diyen gazetecileri gözaltına aldırıyordu.
Bombalı saldırı gerçekleştikten sonra, yaralılara ilkyardım için koşuşturanlara TOMA’lar su sıkıyordu.
***
Başbakan Ahmet Davutoğlu, dört partiyi terör ile mücadele konusunda ortak bir bildiri yayımlamaya davet ederken, devletin teröre karşı önlem almayıp seyirci kalma, terörü kınayanlara saldırma tutumu devam ediyordu. Olay akşamı Beyoğlu’nda toplanıp terörü lanetlemek için anayasal demokratik gösteri haklarını