Benim kuşağımın bayram anıları içinde, çoğunlukla, ertesi sabah
erken uyandığında hemen giymek hevesiyle yatarken başucuna konan,
bayramlık ayakkabı öyküsü yer alır.
Benim de öyle bir siyah rugan ayakkabı anım var sanıyorum, ama emin
değilim. Bazen insan bir şeyi anımsar gibi oluyor, ama sonra
anlıyor ki o olay hiç olmamış, tıpkı kesilen ayağın yerinde duyulan
ağrı gibi.
Örneğin Galatasaray’ın ilkokulunda iken, bizim sınıfa müfettiş
olarak gelen ünlü yazar Reşat Nuri Güntekin,
capcanlı gözümün önünde, ama sınıf arkadaşlarımdan hiçbiri olayı
onaylamadı. Sonunda anladım ki, böyle bir olay hiç olmamış. Peki,
bendeki o görüntü nereden çıktı?
Bayramlık ayakkabı öyküsü de öyle, yetmiş yıl önceki yatağımın
başucunda duran siyah rugan bir tokalı ayakkabı görüntüsü var. Ama
bunun gerçekliğinden kuşkuluyum.
Ama aynı yıllarda bir bayram günü verilen, öküz gözü tabir edilen
büyük nikel on kuruşluğu, biraz sonra sokağa çıkıp dondurmaya
tahvil etmeyi beklerken, sırtüstü yattığım yerde tükürükleyip
alnıma yapıştırmaya çalışırken boğazıma kaçtığı, boğulmama ramak
kalmışken, Mahmut amcanın ayaklarımdan
tutup, tepe aşağı sallandırmasıyla kurtulduğum gerçektir.
***
Bayramların geleneksel alışkanlıklarından biri de eski
bayramları anmaktır.
Gazeteciliğe ilk başladığım günlerde, bir yandan dış politika
yazıları yazarken bir yandan da, enginarın kararmaması için ne
yapmak gerektiğinden tutun, yeşil salatanın mikroplarının
öldürülmesi için sirkeli suya yatırılmasına kadar türlü pratik
bilgiyi içeren, magazinlerden günlük fala kadar envai çeşit yazı
yazardım. Bir keresinde de, Akşam gazetesini açıp, “Bakalım
bugünkü falımız neymiş?” diye bir gün önce kendi yazdığım
yazıyı okuduğumu hiç unutmam.