Son zamanlarda sıkça olduğu gibi bu kez de
uzun uzun karşılıklı sessiz oturduk. Sessizliği o
bozdu:
- Bakalım, daha neler
göreceğiz?
Sinirlenmiştim:
- Şimdiye kadar gördüklerin yetmiyor mu? Daha
ne olsun!
Sonra düşündüm. Kaç
kez “daha beteri
olmaz” deyip de daha ne beterlerini
görmüştük.
Son olarak perşembe günkü Cumhuriyet’i okurken
kapıldım aynı duyguya.
Olay şu:
Ankara’da İgilizce öğretmenliği
yapan T.E.’nin geçenlerde kapısı
çalınmış, açmış, gelen yönetici kendisini
uyarmış:
- Sizden şikâyet
var.
Açıklamış:
- Gözetleyenler şikâyet ettiler, ev içinde
şortla geziyormuşsunuz. Perdeleri kapatın!
Yönetici iyi niyetini vurgulamayı da ihmal
etmemiş:
-Sizin iyiliğiniz için
uyarıyorum.
Olay tüyler ürpertici, bir kadının evi belli ki
sistematik biçimde gözetleniyor ve özel yaşamının dokunulmazlığına
tecavüz edilen kişi şikâyetçi olacağı yerde, yavuz hırsız ev
sahibini bastırır misali, gözetleyerek özel yaşamın
dokunulmazlığını ihlal edenler şikâyetçi
oluyorlar.
Ve “Herkes dilediği gibi
giyinsin! Kimsenin başörtüsüne
kıyafetine karışma!”sloganıyla açılan dönem, kendi evinde
şortla gezenlerin baskı altına alınmasına
varıyor.
Özel yaşamın ihlali serbest oluyor, evde şortla
gezmek şikâyet konusu haline geliyor.
Normal toplumlarda şikâyetçi olması gerekenler
şikâyet edilip uyarılıyor.
***
Garip bir durum, davacı olması gerekenler
davalı, davalı olması gerekenler
davacı.
Türkiye artık her alanda böyledir, çağdaş uygar
dünyada serbest olan her şey yasaktır, yasak olan her şey ise
serbest.
Çağdaş uygarlığı yakalayıp geçme iddiasıyla
yola çıkan Cumhuriyetin yüzüncü yılına varmadan, çağdaş uygarlığın
tersi olduk.
Bir ülkede
vatandaşlara “yasamayı eleştirme,
yargının bağımlılığına karışma,
yürütmeden şekvacı olma, konuşma,
muhalefet etme, iktidara biat etmekten
geri durma” telkininde bulunuluyor, bu yönde
iktidar ve/veya toplum tarafından yaptırım uygulanıyorsa orada
demokrasi yok demektir.
Demokrasi olmayan otoriter toplumlarda yaşamak
zordur.