Bütün az gelişmişlerde olduğu gibi, bizde de kavram karmaşası
esastır. Ceza ve infaz konuları da karmakarışık kavramlar arasında
yer alır. Tabii buna tutukluluk kurumunu da katmak gerek.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Önlemlerinin İnfazı Hakkında kanun ile
ceza infazı ve tutukluluk uygulamaları Adalet Bakanlığı’na bağlı
olarak hareket eden, daha doğrusu etmesi gereken Ceza ve Tevkif
Evleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülür.
Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü 5275 sayılı yasayı uygularken
kaynağını yasadan almayan hiçbir yaptırım veya yasak
uygulayamaz.
Nasıl ki, çağdaş devlette kimse kaynağını kanundan almayan bir
yetkiyi kullanamıyorsa, devletin hiçbir mercii de, yurttaşına
kaynağını kanundan almayan bir ceza veya yaptırım uygulayamaz.
Velev ki o yurttaş suçlu olsa bile.
Çağdaş devletlerde İnfazı düzenleyen yasalar suçluların da yasal
hakları olduğu kavramından yola çıkarlar ve bir yandan infazın
sorunsuz, düzgün gerçekleşmesini sağlarken öte yandan ek keyfi ceza
ve yaptırımlar uygulanmamasını gözetirler.
Ne yazık ki, suçluların da yasal güvenceleri olduğu fikri bizde pek
kabul görmez.
***
Kişioğlu bir kez hüküm giymeye görsün, arkası da
yoksa, “ama o zaten suçlu!”diyerek gelen vurur, giden vurur,
böylelikle toplumsal bir yaptırım olan ceza da zulme
dönüşür.
Tutukluluk konusunda da kafalardaki karışıklık
korkunçtur.
Her şeyden önce, tutukluluk, yargılamanın selameti açısından bir
tedbirdir, amaa çoğunlukla tutukluluk ile infaz birbirine
karıştırılır.
Tabii bir de 12 Eylül döneminde kurumlaşmış olan tutukluluğu, yargı
yoluyla yargısız infaza dönüştürme uygulaması da vardır ki hâlâ
devam etmektedir.
Doğrusu bu dönemin bütün büyük davalarında olduğu
gibi, Can Dündar ile Erdem
Gül olayındaki uygulamanın da bu olduğu
açıktır.