Son zamanlarda siyasi yaşamımızın en umutlandırıcı olayı
Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan’daki
beklenmedik değişimdir.
Tayyip Bey ile birlikte partisinde de birden başgösteren
Atatürk merakını doğrusu kimse öngörememişti.
Atatürk’ü özde değil, sözde bile olsa bu sahiplenişin ne kadar
önemli olduğu, Türkiye’nin son yıllardaki en vahim sorununun,
AKP’nin de Sayın Genel Başkanı’nın da bir türlü laik Cumhuriyet ile
barışık hale gelmemekte direnmesi olduğu düşünülürse ne kadar
önemli ve olumlu olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Konu gündeme gelir gelmez ilk öne çıkan sorular da şunlar
oluyor:
-Bu tutum ne kadar içten?
-Gerçekten AKP laik Cumhuriyet ile barıştı mı?
-Akşamdan sabaha Osmanlıcılıktan Atatürkçülük’e bu 180 derecelik
dönüşe inanacak kadar saf olmak mümkün mü?
*** Son gelişmeyi irdelerken
yukarıda sıraladığım soruların beni hiç meşgul etmediğini
söylemeliyim.
Bunun nedeni, AKP’nin laik Cumhuriyet ve de onun simgesi olan
Mustafa Kemal Atatürk ile içtenlikle barıştığına inanarak, bu
öyküyü yemiş olmam değil. Bu dramatik öykünün başından bu yana
önümüze sürülenlerin hiçbirini yememiş biri olarak, bunca olaydan
sonra nice aymazın uyanmaya başladığı bir sırada “yiyenler” safına
geçmem değil içtenlik sorusunu önemsemememin nedeni.
Siyasetçinin içtenliğini güvenilir bir öğe olarak görenlerden
olmadığımdan siyasetçinin “içten” söylediklerinden çok, söylemek
zorunda kaldıklarının daha önemli ve güvenilir olduğunu
düşünürüm.
Siyasetçinin İstanbul havası kadar oynak içtenliği her an
değişebilir olduğundan güvenilirli...