İlhan Selçuk günler, haftalar, aylar boyu çığlığı gazeteye manşet yaptı:
- Tehlikenin farkında mısınız?
Uğraştı didindi, gözaltına alındı, yüreğine indi, dudaklarında sonsuza dek donmuş bir soru ile can verdi:
- Tehlikenin farkında mısınız?
Tehlikenin ne olduğu gazetenin manşetinde, içinde, başından sonuna her yerinde haber veriliyor, anlatılıyordu.
Tehlike “Türkiye Cumhuriyeti’ni tebdil tağyir ve bu Cumhuriyet ile getirilmiş laikdüzeni iskata cebren teşebbüs etmekti”.
Evet, bağımsız laik bir ulus devlet olan ve eksikliklikleri giderilerek, çağın demokrasileri arasına sokulma kavgası verilen Türkiye Cumhuriyeti, dengeleri değiştirilmek, kuralları işlemez hale getirilmek, kurumları dejenere edilmek yoluyla yıkılmak ve yerine Ortadoğu’daki sınırları değiştirmek, bölgeyi Washington’un çıkarlarına göre yeniden biçimlendirmek için kotarılmış BOP’un eşbaşkanlığına aday, İhvancı, totaliter bir ümmet toplumunun devleti ikame edilmek isteniyordu.
***
Baktığınızda TC’nin kurumları, kurulları ve kuralları hep duruyor gibiydi, ama aslında alttan alta teker teker yıkılıyordu.
Meclis yine Meclis’ti, ama aynı Meclis değildi.
Yargı yine yargıydı, ama aynı yargı değildi.
Milli Eğitim yine, Milli Eğitim’di ama aynısı değildi.
Kumpas ile yerle bir edilmiş ordu, yine orduydu ama aynı ordu değildi.
Üniversite yine üniversiteydi, ama aynı üniversite değildi.
Basın yine basındı, ama aynı basın değildi.
Ve seksenini aşmış bir bilge, her gün yırtınıyordu:
- Tehlikenin farkında mısınız?
Toplumun bir yarısı tehlikenin farkındayken, öbür yarısı uyarılara kulaklarını tıkıyordu.
İnsanlar tezgâhlanmakta olan darbeyi anlatıyorlar, içyüzünü ortaya koymaya çalışıyorlardı.