1962 yılı baharında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2.
sınıf amfisindeydik. Kürsüde sevilen öğretim üyelerinden ceza
hukuku asistanı Çetin Özek, yaklaşan sınavla
ilgili olarak tavsiyelerde bulunuyordu. Açıklamalarını şöyle
bağladı:
-Görüyorsunuz, korkacak bir şey yok. O kadar da zor
değil.
Sınıftaki öğrencilerden biri, hiç de o kadar kolay olmadığını
söyleyerek, itiraz etti.
“R”leri doğru telaffuz edemeyen Çetin Hoca o sevimli konuşmasıyla
gülerek şöyle yanıt verdi:
-Canım biz de bivaz moval vevelim dedik.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra, yazdığım 30 Temmuz tarihli
yazıda, TayyipBey’in önündeki iki yoldan
birinin laik demokrasi asgari müştereğinde uzlaşmak olduğunu, bunu
yapabildiği takdirde, hem ülkeyi selamete çıkaracağını, hem de
iktidarını güçlendireceğini söylüyor ve şöyle
bitiriyordum:
-Ne dersiniz Tayyip Bey bunu yapabilir mi?
Okurlardan tepki gecikmedi. Kimi okurlarım tarafından “her
zamanki gibi çok iyi niyetli olarak” nitelendim.
Sınıf arkadaşım ve kadim dostum Teoman
Ekim de daha direkt yanıt veriyordu:
-Tayyip Bey’in bunu yapacağına inanmak, onu tanımamaktır.
Teoman Ekim’in bu yanıtı üzerine geldi aklıma rahmetli Çetin
Hoca’nın “Biz de bivaz moval vevelim dedik” sözü.
***
Tabii gazetecinin işi, boş umutlar pompalamak değildir. Ama
politikacının demokrasiden, sağduyudan yana tavırlarını da, önceki
icraatıyla desteklenmemiş bile olsa, yine de ihtiyatı elden
bırakmadan, destek vermek ve bu yönde kamuoyu oluşmasına yardımcı
olmaktır.
Diyalog taleplerini baştan imkânsız ilan ederek, diyalog ve
uzlaşmaya destek olmak mümkün değil.
Bu durumda, Tayyip Bey’in bugüne kadar, hep gerginlik
politikalarını yeğlemiş olmasına bakarak, diyalog çağrılarının
içtenlikli olmadığını söyleyerek, baştan olumsuz tavır almak
olmamalıdır yapılacak şey. Tam tersine, ihtiyatlı bir iyimserlikle,
çağrının yankı bulmasına çalışmak gerek.
Sağduyu doğrultusundaki kimi gelişmeler de bu tavrın çok da yanlış
olmadığını ortaya koyuyor.
Türkiye Cumhuriyeti başından beri yaşadığı en büyük tehditlerle
karşı karşıyadır.
15 Temmuz darbesinin akim kalmasıyla bu tehdidin geçtiğini sanmak
yanlıştır. Çünkü tehdidin tek kaynağı Fethullah
Gülen değildir.
Bu durumda, toplumsal uzlaşmaya dayanan politikalar oluşturmak
ihtiyari bir tercih olmanın ötesinde bir zorunluluk haline gelmiş
bulunuyor.
***
Ayrıca Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar uyguladığı gerginlik politikasıyla artık yeni avantajlar sağlayabileceği alanın sınırlarına vardığı, çoğu kişi tarafından olduğu gibi kendi tarafından da görülmüş olmalıdır.