Zamanlar mı bozuldu, yoksa bizlere mi bir haller oldu?
Hamervahlığa bulanmış, gericilikle bezenmiş yobazlık, cahillik
üstüne saltanat kurmuş, olmamışları sahte bir kutsal ile bezeyerek
yutturmaya çabalıyor.
Son halife Abdülmecit Efendi’nin köşkündeki
sergiye “Halife Efendimizin evinde böyle bir şey yapılmaz!”
narasıyla salyalarını akıtarak karşı çıkarken şömine ile mihrabı
karıştıran andavaldan, halifenin “nü”ler resmeden bir ressam
olduğunu bilmesini beklemek abestir.
Onların bize sunmaya çalıştıkları şekilde bir Osmanlı var
olmadı.
21. asrın 17. yılında resim heykel sergisine karşı çıkan hamervah,
Osmanlı’nın 20. asrın 17. yılında devlet resim heykel sergileri
düzenlediğini, sanayi-i nefise mektepleri açtığını bilmez, öğrenmek
de istemez.
Bu takıntılı yobaz kafanın egemenliği de garip gelişmelere yol
açar. Şöyle ki, Osmanlı şeriat ve modern kanunlar ikiliğini
kaldırmak üzere, vatandaşlar arasında, din farkı olmaksızın, sivil
evlenmeyi getiren Hukuku Aile Kararnamesi’ni 25 Ekim 1917’de kabul
ederken, aradan tam 100 yıl geçtikten sonra, müftülere nikâh kıyma
yetkisi veren yasa Cumhuriyet’in Meclisi’nden geçer.
*** Girişim, “Müftü de devletin
memuru o da neden nikâh kıymasın ki?” diyerek hafifsenmek
istenir.
Aile hukukunu laik yapısından çıkarıp şeriat hükümlerinin ve
uygulamalarının alanına sokmak isteyen girişimin gerçek anlamı,
bütün boyutlarıyla ele alındığında anlaşılabilir ancak.
Nitekim, müftülere nikâh yetkisinin hemen ardından gündeme boşanma
konusu getirilir ve boşanmaların da mahkemeye gidilmeden, aile
arabuluculuk kurumları aracılığıyla çözülmesi önerisi ortaya
at...