Yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğu yaygın söylencesi,
tarihsel gerçeklere uymaz. Demokrasilerin gelişme süreci tarihte
merkezi yönetimler çevresinde oluşmuştur.
Türkiye gibi, tabanında üretim artışı olmadan kırsal kesimden
göçün, kentlilik bilincinin oluşmasını engellediği, kentlerin
köyleştiği, köylüleştiği ülkelerde yerel yönetimlerden demokrasi
çıkmasını bekleyenler, orada yeni bir rant ve talan odağı oluşması
gerçeğiyle burun buruna gelince büyük hüsrana uğramışlardır.
Sosyo ekonomik çarpıklık, patenti Anavatan’ın olan “işbitirici-köşe
dönücü” belediyecilik kavramını egemen kılarak, yerel yönetimlerin
yeni rant paylaşım odağı olması olgusunu pekiştirip de sosyal
demokrat partiler de bu modelin doğrultusuna girince,1989’da
SHP’nin yüzde 28.69 oy oranı ile İstanbul, Ankara ve İzmir başta
olmak üzere 39 ilin belediye başkanlığını kazanmasıyla doğan fırsat
sosyal demokratlar tarafından kullanılamadı. Bunun bedeli de
sonraki yerel seçimlerde ödendi.
*** Oysa yerel siyaset, Türkiye’nin
tarihinin en parlak dönemi olan Kurtuluş Savaşı sırasında
demokratik gelişmenin ve bağımsızlık hareketinin öncülüğünü
yapmıştı. Temeli, Anadolu’nun dört bir yanında Mondoros
Mütarekesi’nin hemen ertesinde 5 Kasım 1918’deki Kars Şûrası ile
başlayan yerel kongrelere dayanan kurtuluşun başarısı da lideri
Mustafa Kemal’in, meşruiyetini
halk iradesinden alan bu demokratik cevherin önemini iyi
kavramasından doğmuştu.
Demokratik yerel kongre iktidarlarının köşe taşlarını Erzurum,
Sivas ve Ankara’daki TBMM’nin oluşturduğu gelişim süreci de,
yerelden bölgesele, oradan ulusala doğru evrilen bir doğrultuda
gelişerek, Bülent Tanör’ün “savaş demokrasisi”
olarak adlandırdığı kendine özgü yapıyı oluşturmuştur.