Cumhuriyet kurumunda, herhangi bir idari
görevim olmadığından, köşemde de bu konuda düşünce ileri sürmek
gibi bir yetkim yok. Bu tür tartışmalardan uzak durmayı, vakıf
yöneticileri arasında zaman zaman patlak veren anlaşmazlıklarda
taraf olmamayı mensubu olmaktan onur duyduğum kurumun selameti
açısından daha doğru bulurum.
Bu açıklamaların ışığında yine de Cumhuriyet
gazetesi ile Sayın Nuray Mert’in
yollarının ayrılması konusundaki görüşlerimi açıklamak
zorunlululuğunu hissediyorum. Çünkü olay kimilerince bir kurumun,
bir yazarın ifade özgürlüğüne müdahalesi ve susturması şeklinde
sunuldu.
Tabii eğer bu sunum doğruysa, ben de diğer
arkadaşlarım gibi ifade özgürlüğüne müdahaleye seyirci kalmaktan
sorumlu olurum. O yüzdendir ki görüşümü açıklamak zorunluluğunu
hissediyorum.
Demokrasinin temel öğelerinden birinin ifade
özgürlüğü olduğu konusunda en ufak şüphem yok. Ama hemen
belirtmeliyim ki her düşüncenin kendini her türlü siyasal ve
ekonomik baskıdan azade olarak, ifade olanağına sahip olması demek
olan ifade özgürlüğü her şeyin, her yerde savunulması anlamını
taşımaz.
Demokrasi adına işveren örgütü temsilcilerinden
grev gözcüsü gömleği giymesini veya düşünce özgürlüğü adına,
liberal partinin sosyalizm mücadelesinde başı çekmesini
bekleyemezsiniz. Böyle bir beklenti, gerçekçi olmayıp kimseye bir
şey kazandırmaz.
***
Nasıl, Zaman gazetesinde laiklik savaşımını
sürdürmeye kalkışmak, onu yapana da Zaman gazetesine de laikliğe de
bir şey kazandırmayacak bir saçmalık ise laik Cumhuriyet’in kazanım
ve ilkelerini savunmak için kurulmuş ve bütün tarihi boyunca bu
işlevine titizlikle sahip çıkmış Cumhuriyet gazetesinin de laik
Cumhuriyet veya Kemalizm ile hesaplaşma platformu haline
getirilmesine seyirci kalınması, demokrasi ve ifade özgürlüğü
değil, eninde sonunda gazeteye zarar verecek olan (nitekim
vermiştir de) bir başı bozukluktur.
Herkesten Kemalist olmasını bekleyemeyeceğiniz
gibi, bütün partilere de böyle bir mecburiyet yüklemeye kalkmak,
baskıcılıktır. Demokrasi için zorunlu olan, demokrasinin
kurallarına bağlı
olmaktır, Atatürk ilke
ve inkılaplarına değil. Bunu Cumhuriyet gazetesi dahil, bütün
platformlarda böylece savunabilmek gerekmektedir ve öyle de
yapmışızdır.
İlk kez 1974 baharında kapısından içeri
girdiğim Cumhuriyet’te ana ilke kimsenin yazısına karışılmamasıdır.
Biz
bunu Nadir Bey’den
böyle gördük, o da babasından öyle gördüğünü
anlatırdı.