Yıllar yıllar önce. Güneş Gazetesi’nin Beyazıt’taki binası. İstihbarat servisinde oturup polis telsizi dinliyoruz. Zaman sıkıyönetim zamanı. Sokaklar, okullar, banka önleri hep asker dolu.
Sürekli operasyon. Sürekli arama-tarama. Bildiğiniz (Gençlerin bilmediği) sıkıyönetim. İşkence iddiaları yükseliyor. Hem de öyle böyle değil. Korkunç iddialar. Duvarlarda, gazetelerde arananların fotoğrafları yayınlanıyor.
Bir vatandaş gazeteye gelmiş. Biri ile görüşmek istiyor. Şef beni yolladı. “Git bak bakalım. Ne istiyormuş” diye. İndim. Kendi halinde 30’lu yaşlarında bir kişi. Elinde kendi vesikalık fotoğrafı. İsteği ise çok ilginç. “Beni terörist olarak yazar mısınız?”
Şaşırdım. “Yahu deli misiniz? Böyle bir zamanda böyle bir yayın istenir mi?” diyecek oldum. Cevabı daha da ilginçti: “Beni törerist diye yazar, fotoğrafımı da basarsanız kolaylıkla bir Avrupa ülkesine iltica edebilirim.”
İşte durum buydu. O zaman da Avrupa böyle davranıyordu. Ne yaptığına bakılmaksızın adı teröriste çıkan herkese sığınma hakkı veriyordu. Sapla saman çok karışmıştı. Bir sürü katili korudular.
Şimdilerde ise kulağıma gelen haberlere göre benzer bir durum var. Artık “Ben FETÖ’cüyüm” diyen herkese benzer şekilde davranılıyor. Yeter ki Türkiye aleyhine çalışsınlar.
Bugünleri 12 Eylül zamanı ile karşılaştırırsak durum şu: 12 Eylül olmuş. Darbeciler Türkiye’nin üzerinden silindir gibi geçmiş. Ülkenin tüm filizleri kırılmış. Ve darbeciler “Ben eziliyorum” diyerek Avrupa’ya iltica ediyorlar.
Yahu adamların ne yaptıkları ortada. Silah kullanarak, insan öldürerek yönetimi ele geçirmeye kalkışmışlar ve sanki fikir suçlusuymuş gibi kabul görüyorlar.