Hafta sonu Diyarbakır’daydık. Benim 20 yıl sonra ilk gidişimdi. Gidiş gerekçemiz referandum kampanyasının en önemli ayaklarından biri olan mitingi izlemekti. Bu konuda onlarca siyasi yorum okumuşsunuzdur. Ben 20 yıl önce ve sonrasındaki Diyarbakır’ı anlatmak istiyorum.
Öncelikle hepiniz algınızı bir değiştirin. Diyarbakır öyle her an bombaların patladığı, insanların birbirine saldırdığı bir yer değil. 20 yıl önce de değildi, şimdi de değil.
Bu maalesef batıda yaşayan bizlerin, medya ile oluşturulan algısının bir sonucu. Tabii ki terör tehdidi var. Tabii ki bölgenin kendine özgü şartları var. Ama düşündüğünüz gibi değil.
“Orada 2 gün geçirdin. Bize tek cümle ile anlat” derseniz, “10 misli” derim. Diyarbakır en az 10 misli büyümüş. Belki de daha fazladır.
Olağanüstü dokusuyla tarihi kent merkezi yerinde duruyor. Hendek çatışmalarının olduğu bölgenin giriş çıkışları kapalı. Elbet bıraktığı izler toplumsal hafızada yerini uzun süre taşıyacak.
Ama surlarla bütünleşen tarihi doku neredeyse havanın kokusunu değiştiriyor. Hava bahar ve baharat kokuyor şimdilerde. Derdim romantizm değil. Ben sadece iki günlük bir gözlemciyim. Kentte yaşayanlar elbet daha derinlemesine tahliller yaparlar. Benim yapacağım, şaşırtıcı kentsel dinamizmle ilgili kalem oynatmak.