Bir yatırım kitabı şöyle başlıyordu. Yazar gençlik yıllarında yatırım danışmanı olarak işe başlamış. Zengin ve yaşlı bir müşterisi var. Ona para kazandırmak için can hıraş çalışıyor. Bir gün zengin ve yaşlı müşterisi onu ziyarete gelmiş. Karşısına oturan müşteri, yazarımızın ellerini avucunun içine almış ve şöyle konuşmuş:
“Bak evlat. Sakın bana para kazandırıp, zengin etmeye çalışma. Ben zaten zenginim. Sen bana para kaybettirme yeter.”
Parası olan en çok neden korkar?
Cevap: Parasını kaybetmekten. Çünkü yapılan psikolojik testler şu sorunun cevabını aramış. Diyelim ki, bin liranız var. Yüzde 10, yani yüz lira kazanmanın yarattığı duygusal etki mi daha yüksektir, yüz lira kaybetmenin mi? Cevaplarda tahmin edebileceğiniz gibi kaybetmenin etkisi çok daha yüksek çıkmış. Şimdi buradan hareket edersek:
Miktarı önemli değil, parası olanın neden korktuğunu bildiğimize göre, parası olan ne yapar sorusuna cevap arayalım.
Parası olan ne yapar?
Çok basit. Bankaya yatırır. Banka ihtiyacı olanlara kredi verir. Bu krediyi kullananlar yatırım yaparak ekonomiyi güçlendirir.
Teorikteki durum bu.
Parası olanlar, bankaya emanet ettiği parasının karşılığında faiz alır. Veya isteyen kâr payı. Banka, verdiği faizin üzerine masraflarını ekler, kârını ekler, geri dönmeme ihtimali bulunan kredilerin riskini ekler, ortaya bir rakam çıkarır. Bu rakam üzerinden de kredi faizini belirler.
Yönetimler, bu faizin düşük olması için çabalarlar. Böylece bankadan kredi alan iş adamları daha düşük maliyetle borçlanırlar, daha düşük maliyetle iş alanları yaratırlar.
Ama bu durum ters etki de yaratabilir. Öyle ya parası olan en yüksek kazancı hedefler. Parasını kaybetme korkusu vardır ama kazanç da fena olmaz hani. Faizden umduğu geliri elde edemeyeceğini düşünenler altın alabilir. Veya borsaya yatırır. O da olmadı, Türkiye’de olduğu gibi konut alır.