Bu ülkenin omurgası maaşlı çalışanlar. Yani sabah kalkıp işine giden, fabrikada veya bürolarda çalışan emekçiler. TÜİK araştırmaları toplumun yüzde 52,5’inin böyle geçindiğini ortaya koyuyor.
Kâr ile yaşayanlar ise yaklaşık yüzde 19. Buna rant, faiz falan ile yaşayanlar eklendiğinde yüzde 25 civarına ulaşılıyor.
Kalan yüzde 20’nin üzerindeki kesim ise sosyal yardımlar, aile-akraba desteği ile ayakta kalıyor.
Toplumu 20’lik paylarla 5’e bölerseniz en çok kazanan kitle, en az kazanan kitlenin yaklaşık 7,7 katı. Yani biri ortalama bin lira kazanıyorsa, öbürü 7 bin 700 lira kazanıyor.
Maalesef Türkiye’nin en büyük sorunu budur. Terörün de kimi sosyal gerginliklerin de sebebi bu dağılımdır. Ama bu yeni bir durum değil. Sittin senedir hep böyleydi. Hatta son zamanlarda iyileşme bile görülüyor. Fakat yeterli değil.
Üzerinde durduğumuz zemini belirledikten sonra medyanın nasıl kaldıraç etkisi yaptığını anlatalım.
Geçenlerde bir kadın dostum ile sohbet ederken konu 10-20 bin dolarlık çantalardan açıldı. Ben her erkek gibi anlam veremediğimi anlatırken, o da kimi kadınların çanta ayakkabı tutkusunun ne derece ileri boyutta olduğundan dem vuruyordu. Lafın arasında birden, “Bilsen o çantalar yüzünden kaç genç kız o..p oldu” deyiverdi.
Türkiye’de medya ağırlıklı olarak (Küçük bir kısmı hariç) tüketim kültürünü pompalıyor. Diziler yalılarda geçiyor. Herkes ağzı sulanarak seyrediyor. Ne kadar lüks o kadar iyi.
Programlarda, ne kadar sivri, yırtıcı tip varsa öne çıkarılıyor. En çok terbiyesizlik yapan “En ünlü” oluveriyor.
Biraz boylu poslu genç kızlar bilmem ne holdingin veliahtlarından başkalarıyla takılmıyor. Orasını burasını açıp bunu fotoğrafla belgeleyen internet fenomeni oluyor.