Böyle sosyal trendler var. Dönemsel olarak gelip gidiyor. Kiminin ömrü diğerlerinden biraz daha uzun. Son 10 yılın modası ise ot yemek. Ama öyle sıradan, labada veya ebegümeci değil. Ne kadar adı sanı duyulmamış olursa o kadar iyi. Sorsanız kanserden basura kadar her şeye iyi geldiği tezi ile pompalanıyorlar. Sanki ünlü türküyü biraz değiştirerek, “Et yiyen öldü de, ot yiyen ölmedi mi” diyesi geliyor insanın. Şimdilerde de bu otların yanına “egzotik meyveler” eklenmeye başladı. Ne kadar egzotik, o kadar havalı yani.
Amerikalıların Kennedy suikastı için söyledikleri bir söz var: “Herkes suikastı duyduğunda nerede olduğunu hatırlar” diye. Bizim kuşağımızda da benzer durumlar vardır. Mesela ben televizyonu ilk gördüğüm zamanı hatırlıyorum. 12 Eylül 1980 darbesini ilk duyduğum veya Turgut Özal’ın hayatını kaybettiği an da gözümün önünde. En önemlisi ilk kiviyi nerede gördüğüm ezberimden çıkmadı bir türlü. Tahtakale’de yürüyordum.
Rahmetli Turgut Özal bir sürü şey yaptı. Ama en “önemlisi” muz ithalatını serbest bırakmasıydı. O zamana kadar memlekette muz yoktu. Aslında vardı da ortalıkta yoktu yani. Pahalıydı. Babalarımız iyi bir şey olduğunda alırlardı. İşte Özal bu muzun ithalatını serbest bıraktı. Kolombiya’dan gelen Çikita muzun tipi çok yakışıklıydı ama tadı yoktu ki birader. Anamur muzu gibi de kokmuyordu. Ama muz yokluğuna alışmış bir kuşak için “serinletici” gelmişti açıkçası.