Türkiye “küresel satrancın” öncü aktörleriyle birlikte yapmayı arzuladığı bir işi, tek taraflı bir müdahale ile gerçekleştirmek zorunda kaldı. “Küresel sorun” olan DAEŞ’in sınırımızdaki varlığı ve Türkiye içinde artan eylemleri ile PKK/PYD’nin aynı coğrafyada gerçekleştirmeye çalıştığı oldu-bitti, konunun “ulusal güvenlik tehdidi” haritamıza girmemize neden oldu.
Fırat Kalkanı Harekatı gecikmiş bir müdahale midir, evet. Bu gecikmenin tek sorumlusu Türkiye midir, hayır.
Türkiye’nin bugün harekatın sürdüğü coğrafya için 4 yıldır yaptığı “güvenlikli/uçuşa yasak bölge” çağrıları ortada. Bu çağrılara ABD başta, NATO müttefiklerinin ve Rusya-İran ittifakının verdiği cevaplar da tarihin arşivinde duruyor.
Suriye, “küresel aktörlerin” iki başlı politikasının kurbanı oldu: 1- Tıpkı, 2’nci Dünya Savaşı öncesinde yaşanılan İspanya İç Savaşı örneğinde olduğu gibi bu ülkede bir “vekalet savaşı” yaratarak büyük bir insani trajediye yol açtılar, 2- Bütün güçlerini, bu kaostan Türkiye’nin avantajlı çıkmaması yönünde birleştirdiler.
Sonuç; savaşa büyük umutlarla giren İran’ın Rus-Amerikan mutabakatları doğrultusunda hesaplaşmanın “milis gücü” seviyesine inmesi ve Türkiye’nin tek taraflı bir kararla askeri müdahalede bulunarak “asimetrik avantaj” elde etmesidir.
Elde edilen bu asimetrik avantaj “sürdürülebilir” zemine sahip mi, hayır. Suriye’ye meşru ve haklı gerekçelerle müdahale eden Türkiye’nin, bu taktik başarıyı, barışa yüzü dönük kalıcı bir stratejiye dönüştürmesi zorunludur. Aksi tutum, “çözümsüzlüğü” getirir ve o zaman, gerçek anlamıyla kendimizi bir “bataklığın” içinde buluruz. Bizi, o coğrafyaya sürükleyen küresel güçlerin alfabenin bütün harflerinde planları olduğunu unutmamalıyız.
Asker işini yapar, diplomat işi sağlama alır
Yanlış anlamayın, TSK’nın bugünden yarına geri çekilmesinden söz etmiyorum, Fırat Kalkanı Harekatı’nın hedefleri belli, dünyaya iletildi ve genel kabul gördü. Asker işini yapacak, o hedeflere ulaşacak ve duracak. 90x40 km’lik bir alanın “tüm terör örgütlerinden” temizlenmesinden söz ediyoruz ve bu başarılmalıdır.
Derdim, yakın tarihteki iki hatalı örneğin Suriye gibi çok yüksek riske sahip bir ülkede tekrarlanmamasıdır. 1- Türkiye’nin 1974-2004 arasında benimsediği “çözümsüzlük çözümdür” stratejisinin ülkeye ve bölgeye getirdiği yük, 2- İsrail’in 1985-2000 arasında Güney Lübnan’da oluşturduğu “tek taraflı güvenlik şeridinin” acı hatıraları.