Aslında, "sevimli çocuklardı..." Sermayenin hakimiyetini, demokrasi ve insan hakları gibi yüksek ideallerle süslemeyi 19. yüzyılın ortalarından itibaren başardılar. "Birey" önemliydi ve tercihleri özgür kılındığında toplumsal barışın kendiliğinden sağlanacağını ileri sürüyorlardı. Hedefledikleri sistem"özgürlük" kavramını bireyin tercihler kaderiyle bütünleştirdi, atladıkları bir nokta vardı: Süslü laflara rağmen, insanlar arasında sosyal eşitliği sağlamakta acizdiler.
Ne zaman tarihin akışına hakim olsalar zengin daha zengin, fakir daha fakir oldu, fakirlere "birey olarak özgürsün" derken, onların sermaye sınıfının varlığı için kolay harcanabilir insanlar olduklarına inandılar. "Demokrasi" kavramını kendileri için bayrak yaptılar, "ötekilerin" demokrasilerine saygı duymadılar.
Aynı fikir geleneğinden doğan "sosyalizmi" bu nedenle sevmediler. Onları aynı dinin içinde şekillenmiş ortadan kaldırılması gereken batıl bir mezhep olarak gördüler, tarih içinde en büyük darbeyi, sosyalistlerden değil, uygulamalarını insan soyunun seçkinci evrimine karşı olduğuna inanan sağ kanattan, yani faşizmden yediler.