Müslümanlar, ağır sınavdan geçiyorlar... Durum, 11’inci yüzyıldaki Haçlı Seferleri kadar vahim mi, evet. 15’inci yüzyılda başlayıp 19’uncu yüzyılın ortalarına kadar uzanan Osmanlı-İran savaşları kadar yıkıcı mı, evet. Osmanlı’nın yıkılması sonrasında çok geniş bir Müslüman coğrafyanın Hıristiyan sömürgecilerin eline geçmesi, devamında İsrail’in Filistin toprakları üzerinde kurulması kadar derin bir komplo mu içeriyor, evet.
Ama bu kez, sınavın belki de tarihte yaşanılmış olanlardan daha ağır olmasının ana nedeni, asıl tehditin “İslam’ın içinden” geliyor olması...
Kurumsal kimliklerine “ilahi değer” iliştirmiş iki devletin, İran ve Suudi Arabistan’ın, bitmek bilmeyen kanlı hesaplaşmasını yaşıyoruz ve bu hesaplaşma, İslam alemini her geçen gün biraz daha zayıflatıyor, biraz daha kanatıyor, hatta toplu çöküşün karanlık rotasına çekiyor.
İlahiyatçılar açısından çözülmesi gereken bir sorunla karşılaştık, aşamıyoruz... Mezhepsel taassubun dinin üzerine çıktığı, peygamber hazretlerinin sözlerinden çok dünyevi ihtiraslarla konuşan molla ve hocaların seslerinin duyulduğu korkunç bir dönemden geçiyoruz.
İran’ın Şii yayılmacılığını devlet stratejisi olarak benimsemesi, Suud’un 1979 yılından bu yana “Humeyni Devrimi”ni bir numaralı tehdit olarak görüp Ortadoğu’ya yerleştirilen her Şii mevziine karşı bir başka hendek kazması işi sonunda bu noktaya getirdi...
Önce Lübnan’ı kaybettik bu kavgada, devamı, daha kanlı ve tamiri imkansız hale geldi, Irak, Suriye ve Yemen yıkıldı...