İlk günden itibaren doğru yerde durduk. Derdimiz, komşumuz bir ülkede rejim değişikliğinin fitilini ateşlemek falan da değildi. Aksine, gerçek yüzünü, silahsız insanlar “gerçek demokrasi” için kentlerinin meydanlarına indiğinde gösteren bir diktatörle bu işleri yürütmek daha kolay bir yoldu.
Diktatör, silahsız insanların demokrasi talebine tankla cevap verdi, katliamlara girişti. Babası da böyleydi, Soğuk Savaş’ın çok özel günlerinden yararlanıp bir gecede Hama’da 40 bin masumu gözünü kırpmadan öldürmüştü.
Beşar’ın yaptıklarına karşı tepki veya işbirliği, milletlerin de kalitesini de belirledi. Bölgesel yayılmacı siyaseti olmayan bir demokrasi olarak Türkiye, “katliamları durdur, işin sonu kötüye gidecek, sonunda elinde yöneteceğin bir ülken bile kalmayacak” diye uyardı, Davutoğlu Şam’da tam 6 saat bugünleri anlattı. Anlamadığını, yıllar sonra bir Avrupa TV’sine verdiği demeçte “bana sürekli Amerikalıların görüşlerini taşıyorlardı”demesinden anladık.
Beşar Esed,ülkesini yok etti. Çıkarttığı savaşın sonunda haritalarda kırmızı ile işaretlenen kontrolündeki bölge, aslında Rusya-İran ittifakının elindedir ve kendisi de Şam’da yaşayan bir kukladan ibarettir. Muhalefetin boşalttığı Doğu Halep’te bir tane Baas generali göremedik ama, sokaklarında İranlı general Kasım Süleymani muzaffer komutan gibi dolaşıyordu!..